26 Mart 2017

,

Kılıçların Dansı 6. Bölüm

6. Bölüm
(Birinci ve ikinci bölümün linki
Üçüncü bölümün linki
Dördüncü bölümün linki
Beşinci bölümün linki)

   Ağzından çıkanları nereye yormam gerektiğini düşünürken artık kapana kısılmadığımı fark ettim. Vezirin oğlu suratını bana eğmiş, ondan kurtulmamın oldukça kolay olduğu bir pozisyonda yanıma uzanmıştı. Hınç dolu bir öfkeyle başımın yanlarına sabitlediği kollarını iterek ayağa kalkmak için doğruldum. Sırtımın ani bir hızla yere yapışması sonucu omuzlarımda hafif bir zonklama vardı. Vezirin oğlu yana doğru dönerken suratında aynı şaşkın bakışlarla beni izlemeye devam etti. Geri geri adım atıp aramıza daha da mesafe koyarken tek istediğim gerçek demirden yapılma kılıcımın ağırlığını parmaklarımda hissetmekti. Böylece ne olursa olsun kendimi koruyabilirdim. Beni saçımdan tutup yere fırlatmasının öfkesi hala içimde cayır cayır yanıyordu. Üzerimde olduğunu hissettiğim anda boğazıma konan ellerim sayesinde zayıflığımı ilan etmiş olmaktan korkuyordum.
   Vezirin oğlu ayağa kalkarak tiksinti duyacağım bir özgüvenle saçlarını düzeltti. Ardından bakışları benimkilerle bütünleştiğinde ağzını açmadan ısrarla konuşmamı bekliyordu. Bu suskunluğundan sıkılarak boğucu bir nefes verdim. Beni tanıdığını söylediği konuya tek bir mantık sığdırabilirdim ve muhtemelen arka planı öyle olmalıydı. Öbür türlüsü ailemi tanıma olasılığıydı ki bunun mümkün olmadığını çoktan belli etmişti.
   Yem atarak şansımı denedim. “Beni tanıyor olman mümkün değil.”
   “Senin yüzünün arka figürde olduğu bir tablo odamı süslüyor.”
   Sözleri karşısında duraksadım. Genç kızlığa adım attığım günden bu yana Bay Sergei’nin portrelerinde modellik yapmıştım. Dansın yanında gözüne girmek için ne zaman istese saatlerce boya kokusuna maruz kaldığım o güneşin bir şükür sayılabilecek şekilde az vurduğu odada sabahtan akşama kadar put kesilir otururdum. Bay Sergei her seferinde gözlerimdeki tonları över, güzelliğime genel bir not vermese bile sürekli görenin tekrar bakmak isteyeceğini düşündüğü farklı bir havam olduğunu dile getirirdi. İlk seferlerinde öylesine sıkılırdım ki bir keresinde beni çizdiği sürenin yarısını ağlayarak geçirmiştim. Böylece aklına başka bir ilham dokunarak beklenmedik gözyaşlarımı da portreye yansıtarak tamamen başka bir sanat parçası ortaya çıkarmıştı. Vezirin oğlunun bahsettiği portrenin hangisi olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Sadece tek beni çizdiği portreleri kendine saklayarak kalabalık çalışmalarında yalnızca benim suratımın süslediği portrelerden kopya çekerek arka  perdede boyayla canlanan yüzlere şekil verirdi. Vezirin oğlunun bahsettiği portrede sadece ben olamazdım.
   “Dans ediyordun!” dedi sabırsızca. Aklımın dağılmasıyla yere kayan gözlerimi kaldırıp ona baktım. Yüzünün önüne getirmeye çalışır gibi gözlerini kıstı. “Fakat o gösteride olduğu gibi baş dansçı değildin. Arkalardaydın ama suratın öyle keskin çizilmişti ki portrede dahi gözlerinin sarısı parlıyordu.” Başka şeyler hatırladığını kanıtlayan aceleci bir tebessüm dudaklarında yerini aldı. “Son seferinde olduğu gibi sadece gözlerini açıkta bırakan bir peçen yoktu. En önde duran kızın yüzü bile seninki kadar dikkatli çizilmemişti.”
   Suratındaki kızarıklığa bakılırsa atkuyruğum yanağına mükemmel bir sertlikle çarpmıştı. Tam muzaffer bir gülümsemeyle heveslenecektim ki sonucunda beni yere fırlattığını hatırlayarak dudaklarım ince bir çizgiye döndü. Tahta kılıçlardan kendiminkini kavrayarak hiza aldım. “Eğitiminle ilgileneceğimiz vakitleri boşa çalıyorsun.”
   Bana doğru adım atarak ilerlerken çenesi yine susmadı. “O portredeki kızın sen olduğunu inkar etmiyorsun işte. Dans ediyorsun, kılıç tutuyorsun, portrelerde modellik yapıyorsun.” Üzerinden uzun zaman geçmiş ki unuttuğum hareketi tekrarlayarak yanağını kaşıdı. O anda anlayarak bunu daha çok kafasını bir şey üzerine patlatırken ya da sıkıntıya büründüğü zaman yaptığına yordum. Fakat aksine benim aklımda her zaman alay dolu ruhsuz cümlelerine eşlik eden bir hareket olarak kalacaktı.
   Yerde duran kılıcını ayağımla ona iterken sabrım taşmak üzereydi. Artık bir an önce buradan kurtulmak, evin yolunu almak istiyordum. Vezirin oğlu kılıcını eline almak yerine olduğu yerde sabit kaldı. “At da sürüyor musun? Peki ya müzik aleti?” Kısa bir duraksamadan sonra, “Bir asilzadenin kızısın, değil mi?” diye sordu meraklı bakışlarla.
   Çığırından çıkmama gıdım kalmıştı. Tıslayarak kılıcını yerden aldım. Eline tutuştururken sesimin yansıdığı bir sertlikle, “Kes şunu artık. Dövüşü bitirip gitmek istiyorum.” dedim üstüne basa basa.
   Vezirin oğlu nihayet kılıcını kaldırarak sustu. İkimiz de hamlelerimizi yarıştırırken bu sefer daha farklıydı. Vezirin oğlunun dalmış gözleri sürekli hata yapmasını sağlıyor, tahta kılıcını daha yumuşak tuttuğu her halinden belli oluyordu. Vaktin geçmesi için sıkıcı darbelerle onu savuşturmaktan başka çarem yoktu. Sarsak adımlar atıyor ama yine de gözlerini benimkilerden ayırmıyordu. Aynı tanımaya çalışan bakışlarla beni izlediğini görmek sinir katsayımı arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
   Etrafımda dönerek kılıcımı savururken bloke etmesini bekliyordum ama vezirin oğlu kılıcını yerinden dahi oynatmadığı için elimdeki tahta parçası havayı yırtarak yeri hedef aldı. Tüm gücümü topladığım kolumun havada savrulmasıyla eğilmek üzereydim ki bileğim sertçe çekildi. Kolumu çekiştirmeye çalışırken el mahkum başımı kaldırıp anlam vermeye çalışan bakışlarla gözlerine döndüm. Sıcak parmaklarının tenime değdiğini hissetmek sessizliğe gömülmüş olan öfkemi çıkartmaya yeterken tekrar çırpındım. “Bana gereksiz yere dokunmayacağına dair ağzından söz aldım!” Kolumu serbest bırakması için boştaki elimle göğsünden itiyordum. “Altına imzanı atmadın mı?” Çekiştirmekten canım acımaya başladı. “Bırak dedim sana!” diye çığlık attım son sesimle.
   Ne kadar sinirli olduğunu kanıtlayan kaşları çarpılırken titriyordu. “Portredeki kız sensin, değil mi? Cevap ver bana!”
Boştaki ayağımı bacaklarının arasına geçirmemek kendimi zapt etmeye çalışırken için dişlerimi sıktım. Bu manasız ısrarı beni deli ediyordu. “Ne olmuş oysam? Beni öldürmekle tehdit etmek için yeni bir neden mi arıyorsun?”
   Neye laf dokundurmaya amaçladığımı anladığında kaşları kalktı. “Beni boğmaya yeltenmeseydin boğazına sarılmazdım.”
   Geçirdiğim öfke nöbetinin kanıtı olan bir iç çekişle bağırdım. “Seni boğmayacaktım! İpi rahat bıraktığım anda beni öldürmeye kalkıştın!”
   Sesi kükremeye benzer bir oktava yükselirken olduğum yerde titredim. “Sadece seni korkutmak istedim. O kadar ileri gitmeyecektim!”
   “İleri gitmeyecek miydin? Boğazıma tüm gücüyle sarılıyken boynumdaki kesiğe parmaklarını yapıştıran adam mı söylüyor bunu? Son nefesimde bile acı çekmem için elinden geleni yaptın!” Acı bir kahkaha atarak başımı sallayıp durdum. “Boğsaydın da bir şey fark etmeyecekti. Baban tüm pisliklerini temizlerdi, değil mi? İkiniz de masum bir ölümün üstünü örttüğünüzde sevinecek kadar midesizsinizdir.”
   Aynı ölümcül tehdit gözlerine otururken bu sefer korkmayacaktım. Yakınlarımda gerçek bir kılıç varken kendimi savunmasız hissedemezdim. Vezirin oğlunun boştaki eli ani bir hareketle çenemi kavradı. Yanaklarımın büzülmesini sağlayan bir sıkılıkla çenemi sertçe tutması dilimi ısırmama neden olurken birden gözlerim yaşardı. “Beni ve ailemi içeren cümlelerinde ağzından çıkana dikkat edeceksin.”
   Hissettiğim acizliğin içinde boğulurken sabrımın son zerresi de taşarak sessizliğime veda etti. Hiç düşünmeden dizimi kaldırarak bacaklarının arasına geçirdiğim tekme sayesinde sendeleyerek dizlerinin üzerine düştü. Esaretinden kurtulan çenem ve bileğim sızlarken koşarak kılıcımın olduğu yere vardım. Yeninden çıkardığım gibi gözdağı vermek amacıyla öne doğru uzattım. “O kılıcın boynuna inmesine izin vermediğim için ellerim pişmanlıkla titriyor. Ölüm vaadi içermeyerek boynuna doladığım ipi iyi ki rahat bırakmışım. Zehir misali kanının ellerime bulaşmasıyla bir gün dahi yaşayamazdım.”
   Acısı dinmeye başlamış olmalıydı ki başını kaldırarak, “Sözlerine dikkat et,” diye tısladı.
   Hayatımda bir daha kimseye böyle bir nefret besleyebileceğimi sanmıyordum. Çakmak çakmak yanan gözlerle, “Sen dikkat et!” diye bağırdım. “Beni savunmasızca tıktığın o odada etrafında emrine amade hizmetçilerle çevriliyken beni dönüşmekten başka çare bırakmadığın aciz kız değilim. Özgürlüğüm apaçık ortada, parmaklarımın arasında bana ait bir kılıç varken aramızdaki derece farkını unutmamamı sağlamak senin elinde.” Vezirin oğlu ayaklanırken kılıcımı yenine soktum. “Bugünlük bu kadar yeterli olmalı. Bir daha bana dokunmaya kalkışırsan olacaklardan ben sorumlu değilim.”
   Vezirin oğluna konuşma fırsatı vermemek için hızlıca tahta kılıçları topladım. Sırt çantamı kaptığım gibi uzaklaşmaya başladım. Arkamdan dikkat çekmek için seslice bağırdı. Hala ismimi bilmiyor olmasına sevinirken son kez sözlerine kulak kabarttım. “Haftaya cuma aynı saatte burada olmazsan asıl ben olacaklardan sorumlu değilim!”
   Cümlesinin ardından ormanın içine doğru koşuyordum. Patika yolunun yerine yeşilliklerle çevrili ormanda nefessiz koşarken zihnimi tüm olanlardan uzaklaştırmaktan başka en ufak talebim yoktu. Ayağıma takılan ağaç parçası sonucu sendeleyerek kendimi ellerim üzerinde buldum. Ağzımdaki kesiğin oluşturduğu kanı yutmaya çalışırken midem düğüm düğüm oldu. Ormanın içinde çaresizce kapaklandığım yerde dünden beri yediğim her şeyi çıkarırken vezirin oğlunun söyledikleri kulaklarımda çınlıyordu. Kanıtlamaya uğraştığım cesaret gösterimin geri tepmesinden korkarken günden güne ruhumun yanında bedenimin de ağır yaralar aldığı düşüncesine yenilmek omuzlarıma konan bir ağırlık misaliydi. İçine girdiğim girdabın beni yutması olasılığının dehşeti beynimde uğuldadı.
   Geri kalan gün oldukça sıradan geçti. Hiçbir şeyden zevk alamadığım için ne zaman boşluğa düşsem dans etmenin özlemi bastırıyor, parmak uçlarım hasretle sızlayıp duruyordu. Ayağa fırlayıp dans figürlerimi taklit etmemek için direniyordum. Akşam olduğunda yemekten sonra Leila ile yürüyüşe çıkmamız dışında bir değişiklik olmadı. Ardından Freida da bize katıldığında onlardan bulaşan neşeyle az da olsa keyfim yerine gelmişti. Üç kız çocuğu misali kol kola yürürken en az konuşanın ben olduğumun ortaya çıkmamasını diliyordum. Öyle yorgundum ki kimseye açıklama yapmak değil, gerekçe sunacak kadar sabrım bile yoktu.
   Ertesi gün üzerimi değiştirirken bileğimdeki çürükleri benden önce fark eden Leila oldu. İlk başta öfkesini sindirmeye çalıştı. Ardından dayanamayarak elini yumruk halinde defalarca kez yatağın üstüne vurdu. Sakinleşmeye başladığı gibi ateş saçtı. “Bir dahaki hafta ben de seninle geleceğim. Ormanda gizlice oturur beklerim. Sana zarar vermeye kalkışırsa bir şekilde engel olmaya çalışırım.” Bileğimi tutup hafifçe dokunurken, “Piç kurusu.” diye fısıldadı sertçe.
   Bu küfrü karşısında kendime engel olamayarak gülmeye başladım. Leila asla küfretmez, artık sahte davrandığı sanılacak kadar nazik davranırdı. Onun ağzından böyle bir küfür duymak beni şaşırtırken gülmeden edememiştim. Geçiştirerek omuz silktim. “Kılıcım yanımdayken bana bir şey yapamaz.”
   “Onun bir erkek olduğunu unutuyorsun Afrah.”
   Doğru yere parmak basmıştı ama damarına dokunmadıkça vezirin oğlu kolay çıldırmıyordu. Bir daha ailesine laf atmamaya özen gösterip, çenesinin durmadığı sorulara baştan savma cevaplar verdiğim sürece talimi yapıp yollarımızı ayıracaktım. En azından bu denli iyi niyetli düşünmeye çalışıyordum. Leila’ya anlatmadığımı hatırlayarak suratımı astım. “Bay Sergei’ye modellik yaptığım portrelerden birini ailesi satın almış. En başından beri beni bir yerden çıkarmaya çalışıyordu. Meğerse ruh hastası deresince portreleri inceliyormuş.”
   Leila söylediklerime yorum yapmak yerine oturduğu yataktan fırlayıp çekmeceleri karıştırmaya başladı. Merakla onu izlerken soru sormak yerine ayakta dikildim. İnce bir zarfı bana uzatarak, “Bay Sergei’den.” demekle yetindi.
   Benim aklımdan çıkmış olsa da belli ki Bay Sergei sessiz bir yılan gibi sırasını bekliyordu. Mektubun içinde beni sarayına çağırdığına dair kısa bir nottan başka bir şey yoktu. Leila sıcak bir tavırla elini omzuma koydu. “Ben de seninle geleceğim.”
   Gözlerime ulaşan bir gülümsemeyle başımı yana eğdim. “Tek gitsem daha iyi olur. Merak etme, bir şey olmayacak.”
   Öğlen vakti babamla demirci dükkanına doğru yürürken tek kelime etmedik. Koluna girmeme izin vermekten başka hiçbir sıcaklık göstermedi. Kendimi tutamayıp tereddütle arkama baktığım anlarda babamın gözleri de aklımdan geçenleri düşünerek şüpheyle kısılıyordu. Demirci dükkanına girince Rapid’e selam vererek babamı beklemeden aşağı kata indim. Esneme hareketleri yaptıktan sonra kılıcımı almak üzere hareket edecektim ki babam merdivenlerden aşağı indi. Bana doğru yürürken yüzündeki ciddiyete anlam veremedim.
   “Başlamıyor muyuz?” diye sordum hemen.
   Boğazını temizleyerek ölçülü bir tonla, “Önce biraz konuşalım.” dedi.
   Başımı salladıktan sonra kollarımı kavuşturup söyleyeceklerini beklemeye başladım. Babam elini uzatarak boğazıma uzandığında yerimde sabit kalmak için alt dudağımı dişledim. Hekim edasıyla morluklarımı inceleyip boynumdaki yaraya geçti. Pansumanı açmak yerine öylece bir süre gözleri yaramda takılı kaldı. “Artık daha iyisin, değil mi?”
   Yatıştırıcı bir tebessümle gülümsedim. “Acımıyorlar bile.”
   Suratında hafif bir sıcaklık parıltısı görsem de tekrar ciddiyete büründü. “Vezirin oğluyla çok fazla konuştunuz mu?”
   Üzerine düştüğü konu şimdiden canımı sıkmıştı. “Hayır, pek konuşamadık. Çoğunlukla uyumama izin verdiler.”
   “Ona kendinden bahsetmediğine emin misin?”
   “Söyledim ya baba. Beni sorgulamaya fırsat bulamadan asıl suikastçı suçunu itiraf etti.”
   Gözleri tereddütle titreşti. “Benim adımı asla vermedin, değil mi?”
   Israrı karşısında, “Hayır.” dedim sertçe.
   Aklındakileri teker teker dile getirirken kelimelerini özenle seçiyordu. “Şayet bir daha böyle bir şeyle karşı karşıya gelirsen yine aynı tutumu sergilemelisin. Asil birine ne olursa olsun kimin kızı olduğunu, nerede yaşadığını veya kendinle ilgili hiçbir şey söylememelisin.”
   Söyledikleri karşısında istemsizce kaşlarım kalktı. “Neden benim kim olduğum bu kadar önemli?”
   Samimi bulamadığım bir şefkatle uzanıp saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Nedenini sorma. Sadece ne diyorsam onu yap.”
   “Ne olursa olsun mu? Canıma kıyılacağı ihtimaliyle yüz yüze olsam bile kim olduğumu açığa çıkarmamalı mıyım?”
   Nasırlı elleriyle benimkileri kavrayarak sıktı. “Hayır, hayır, öyle demek istemediğimi biliyorsun.”
   Alayla dudağımın kenarı kıvrıldı. “Memnunsun değil mi? O kör olası odaya tıkılıp suikastla suçlandığımda kim olduğumu, sıradan bir demircinin kızı olduğumu ifşa etmediğim için mutlusun değil mi? Senin başını yakacak hiçbir adım atmayıp ağzımı sıkı tuttuğum için çok memnunsun, değil mi?”
   Yalnızca başını olumsuz anlamda sallamakla yetindi. Babamın suskunluğu her an boğazıma yeni bir kilit vuruyordu. Düşündüğüm gibi olmadığına dair bağırıp çağırmasını bekliyordum ama sadece başını hayır der gibi sallıyordu. Bu itiraz değil, başlı başına geçiştirmeydi. Ağzıma dolan acı tatla yüzümü ekşittim. İhtimaller üzerine kurduğum yapbozun son parçası da yerine oturmuştu. Kelimelere döküp duymak istemediğim cevabı işitmekten korkmuştum ama yanıt gözler önündeydi. Keder kalbimi sıkıp minik baltalar batırırken canım haddinden fazla yanıyordu. Hayal kırıklığı gözlerimi doldurup içimi sımsıcak bir alev misali yakarken boğazımdaki düğümü yutkunmak öyle zordu ki adeta boğuluyordum. “O zaman iyi yapmışım, değil mi?” diye sordum titreyen dudaklarımla. “İyi ki ağzımı açıp tek kelime etmemişim. İyi ki boğulmayı göz önüne alıp çenemi sıkıca kenetlemişim.”
   Babamın gözleri kederle büyüdü. “Vezirin oğlu yaptı.” dedi cevabını almış gibi. “Seni boğmaya mı kalkıştı?”
   Boğuk sesimle, “Evet!” diye haykırdım. “Sizi lekelememek, bu işe bulaştırmamak için ölümle yüz yüze geldim. Beni boğmasına izin verecektim. Onun iğrenç acımasına kalarak son anda vazgeçmesi sayesinde şuan burada dikiliyorum.” Histerik bir kahkaha tüm odada çınladı. “İyi ki öyle yapmışım yoksa yıllarca bunu yüzüme vuracaktın. Meğer mükemmel bir karar almışım.”
   “Afrah!” diye bağırdı. Omuzlarımdan tutup beni sarsarken, “Kendine gel! Demek istediğim bu değildi.” diye sesini yükseltti.
   Kollarından hırçınca sıyrıldım. “Buydu işte buydu! Seni bir daha göremeyeceğim ihtimaliyle dehşete düşerken nasıl da büyük bir aptallık yapmışım. O pislik beni saldığında ilk senin kollarına koşup şükrederken ne kadar safmışım!”
   Babamın suratı pişmanlıkla çarpılırken tekrar bana uzanmaya çalıştı. Geri geri yürürken hıçkırıklara boğulmak üzereydim. “Merak etme baba. Bir daha böyle bir şey başıma gelirse kimsenin pis elleri boğazıma dayanmadan kendi canımı kendi ellerimle alırım.”
   Arkama bakmadan odadan çıkarken babam ardı kesilmeksizin ismimi bağırıp durdu. Arkamdan geleceğini düşünerek daha hızlı adımlarla yürümeye koyuldum. Gözlerimin bulanıklığı zar zor görmemi sağlarken, başıma saplanan ağrıyla bir an önce sessizliğe kavuşmaktan başka isteğim yoktu. Eve koşmak yerine dükkandan çıktığım gibi arka patikadan nehrin kıyısına ilerledim. Yeşilliklerin üzerine vardığımda bacaklarım beni daha fazla taşıyamayacak halde yere çöktü. Başımı bacaklarıma gömüp boğazımdaki düğümleri teker teker serbest bıraktım. Gitgide boğazım daha çok acırken hıçkırıklarım da azaldı ama o günün batımına kadar bir türlü kendimi tam olarak susturamadım.
   Günler birbirini kovalarken hafta sonu sessizce gelip geçti. Babamla yaşadığım hayal kırıklığını üzerimden atamadığım için yeni bir öfkeye sorunu yaşamamak adına Bay Sergei’nin sarayına gitmeyi geciktirip durdum. Durumun acil almadığı tekrar mektup yollayıp beni ayağına çağırtmamasından belliydi. Üç günü kılıç talimi yapmadan, babamla göz göze gelmeden, içim dans etme tutkusuyla yanarak geçirmeyi başardım. Dans edemediğim için vücudum acısını çıkarmak adına sürekli oynayıp duruyordu. Yemek masasında farkına varmadan parmaklarımla ritim tutmaya başlıyor, parmaklarım kıvrılmak için sızlıyor, hatta anlamadan arp sesini mırıldanarak taklit ediyordum. Babamın sessizliğinden sorduğum tüm ihtimalleri kabul ettiğini günden güne daha keskin anlıyordum. Kalbim her seferinde yanan bir sancıya kapılıp aklımı bulandırmayı rahat bırakmıyordu.
   Nihayet salı günü zoraki adımlarla Ladin Köşkü’ne doğru yol aldım. Bu yolda öyle çok anım vardı ki hepsi arı kovanı misali beynime üşüşüyordu. Freida hala dans etmeye devam ettiği için benimle gelmeyi teklif etmişti ama bunu kabul etmem imkansızdı. Freida asil bir edayla dans ederken, onu izleyerek temizlik yapamazdım. Kıskançlıkla alakası yoktu. Bu ancak kaybettiklerimi bana tekrar tekrar hatırlatarak kalbimin paramparça olmasına neden olurdu.
   Ana bahçeyi geçip kapıyı tıklatırken yüreğim ağzımdaydı. Sakin olmaya çalışıyordum fakat öfkem hala öyle tazeydi ki içim içime sığmıyordu. Vezirin oğlunun aklına suikastçı olmam fikrini düşürmesi beni bir yıllık bir anlaşmanın esareti altına sokmuştu. Ağır kapılar güler yüzlü tanıdık hizmetçilerden biri tarafından açıldı. Beni görünce tanıdığı gözlerindeki parıltıdan belliydi. Sıcaklık içermeyen bir selam verdikten sonra avucumun içi gibi bildiğim köşkte yürümeye başladım. Üst kattaki prova salonuna doğru merdivenleri çıktım. Ardından haşin hareketlerle koridoru geçiyordum ki biri adımı seslendi. Kafamı çevirdiğimde Yasmin’in hevesli kollarla bana yöneldiğini gördüm. Bana senelerdir dostmuşuz gibi kollarını dolarken ona karşılık verdim. Birbirimizi tanıdığımız halde çok az konuşurduk. Böylesine sıcak hareketi karşısında şaşkınlığa uğramıştım.
   Geri çekildiğinde yüzüme bakıp rahatlıkla derin bir nefes verdi. “Sana bir şey oldu diye çok korktuk.”
   Bunu duymak istemsizce canımı yaktı. Uzun yıllardır günlerim bu köşkte geçiyordu. Herkesi tanır, her yeni katılan dansçıyla dost olmak için çekinmeden adım atardım. Ladin Köşkü bir nevi bambaşka bir aileydi benim için. Bay Sergei de öfkeli ama muzip bir babadan farksızdı. Böylesine bağrıma bastırdıktan sonra yediğim ihanetle aldığım yara bir türlü kabuk bağlamıyor, aksine kanayıp duruyordu.
   “Bir şeyim yok.” diye geçiştirdim. “Asıl sen nasılsın?” Suratına sıkıntılı bir hüzün çöreklenirken bu tepki karşısında kaşlarımı çattım. “Neler oldu Yasmin?”
   Tam dudaklarını aralamak üzereydi ki koridorda tok bir ses yankılandı. “Bay Sergei seni bekliyor.” Hizmetkarlardan biri Bay Sergei’nin çalışma odasının önünde dikilmişti.
   Uzanıp Yasmin’in elini sıktım. “Her ne olduysa bana uzun uzun anlatacaksın.” Gözlerine ulaşmayan bir tebessümle başını salladı. Yasmin merdivenlerden aşağı inerken ben de çalışma odasına doğru yürümeye başladım.
   Kapıyı tıklatmama gerek kalmadan hizmetkar benim için açtı. Bu odayı daha çok ufak bir kütüphane olarak kullanıyordu. Birkaç kez çok yorulduğumda bu odadaki köşeye dayalı koltukta uyuklamama izin vermişti. Şimdi bu anıların hepsi uzaktan seslenmeye çalışan notalar misali geçmişte kalmıştı. Beni gördüğünde oturduğu sandalyeden kalkarak olduğum yere doğru yavaş adımlarla yürüdü. Suratındaki dehşetle rahatlama arası ifadeyi tiksintiyle izlerken kapının kapanma sesini duydum.
   Konuşmasına izin vermeden giriştim. “Nereyi temizlememi istiyorsunuz?”
   Anlamamamış gibi kaşlarını kaldırdı. “Ne temizliği?”
   “Hangi dans salonundan başlayayım temizliğe?” diye sordum tekrar. “Borcunuzu yakın zamanda tamamlayıp teslim edeceğim.”
   Eliyle koltuğu göstererek, “Önce biraz konuşalım istersen.” dedi.
   Başımı sertçe salladım. “Bu köşkte gerektiğinden fazla bir dakika bile durmak istemiyorum.” Geri adım atarak, “Elbisenin borcunu ödemek için köşkünüzü temizlememi istemiştiniz. Bir an önce başlayıp en azından bahsettiğiniz haftalardan birini bitirmek istiyorum.” dedim nefes almadan.
   "Sana büyük bir özür borçluyum Afrah.”
   Sözleri karşısında suratım allak bullak oldu. “Neyin özür borcu? Beni suikastçı olarak itham edip vezirin oğlu tarafından alıkonmamı sağladınız için mi?”
   Kaşlarını çatarak ellerini kaldırıp düştüğü hayreti sergilemeye çalıştı. “Böyle bir saçmalığı kim ortaya attı? Böyle bir şeyi yaptığımı nasıl aklının ucundan geçirirsin?”
   Beklediğim öfke hızlıca gün yüzüne çıkarken bezginlikle sesimi yükselttim. “Benimle dalga mı geçiyorsunuz? Gösteride vezirin oğlunun başına gelen suikast yüzünden beni suçlu bulan siz değil miydiniz? Aylardır sabah akşam çalıştığım gösteriden hak ettiğim ücreti bana ödemek yerine kendinize borç çıkaran siz değil miydiniz?” Sinirden ellerim titremeye başladı. “Vezirin oğluna suikastçının ortağı olabileceğimi söyleyerek hayatımı nasıl bir riske attığınızı bir kere olsun düşünmediniz mi? Tanışmamızın üstünden yıllar geçmişken böyle bir ihaneti hangi gerekçeyle hak ettim ben?”
   Öfkeyle yüzü çarpıldı. “Böyle bir şeyi asla kabul etmiyorum! Sana bunu kim söylediyse baştan sona palavra. Suikastta ortak olabileceğine dair herhangi bir şey asla ağzımdan çıkmadı. Sen benim en iyi dansçılarımdan birisin. Seni ölümcül tehlikeye sokacak bir olasılığa neden olmamı düşünmen çılgınca.”
   Yaklaşıp koluma uzanmaya çalıştığında hırsla geri çekildim. “Böylesine yanardönerli davranmanız midemi bulandırıyor. Aylardır beni itip kakıp yüzüme etmediğiniz hakaret kalmadı. Vezirin oğlunun kutlamasının son dans gösterim olduğunu defalarca kez söylediniz. Ardından herkesin ortasında güya en iyi dansçılarınızdan birini belki de kalıcı bir iz olarak kalacak bir şekilde tokatladınız. Hak ettiğim ücreti üzerime borç kıldınız. Asıl tüm bunlardan sonra suikastçı olabileceğime dair iddiayı ortaya attığınıza inanmamam aptallık olurdu.”
   Ben konuşurken parmağını kaldırarak susturmaya çalışsa da dilimin altındaki tüm cümleleri söylemiştim. Sandalyesine geri oturduktan sonra koltuğu işaret etti. “Lütfen otur ve lafımı kesmeden beni dinle.”
   İnatla ayakta dikilerek sessizliğe gömüldüğümde pes ederek dudaklarını araladı. “Aylardır sana böyle davranmamın tek nedeni seni dansa daha çok teşvik etmekti. Diğer dansçılarda yaşadığım aksilikleri birkaç kez sana yansıtmış olabilirim ama her seferinde sonradan gönlünü almaya çalıştığımı unutuyorsun. Vezirin oğlunun kutlaması için aylardır hazırlanıyorduk ve sana son gösterin olacağını söylemem yalnızca daha çok hırs yapmanı sağlamak içindi. Üzerine çok gittiğimi biliyorum fakat senin gibi bir dansçıyı kaybetmenin bana neye mal olacağını bilemezsin.” Sözlerine kısa bir ara vererek soluklandı. “Gösteride olanlar kesinlikle senin hatan değildi fakat işin arka yüzü öyle karışıktı ki seni korumak zorundaydım. Eğer bu suikast olayında vezirin oğlunu kurtardığın için seni kutlasaydım böylece dikkatleri üzerine daha çok çekecektin. Seni orada öylesine küçük düşürmem göze daha az batarak aciz biri gibi görünmeni sağladı. Hoş ben ne kadar göze batmaman için uğraşsam da yine bir şekilde suikastçı suçuyla bu çukura çekilmişsin. Elbiseyi mahvettiğin için öfkelendim fakat sen baygınken boynundaki yaraya baktıkça deliye dönen de benden başkası değildi. Ücreti ödemeyeceğim ve köşkümü temizlemek zorunda kalacağın ya da dans ettiğini babana yetiştireceğimi söyleyerek seni tehdit etmem ise palavradan farksızdı.”
   Çekmecesine uzanıp ağır bir zarfı çıkarıp bana doğru yürümeye başladı. “Hak ettiğin ücret bunun içinde Afrah.” Çeneme uzanıp başımı kaldırdı. “Vezirin oğlu seni kaçırdığında başına neler geldi bilmiyorum ama az çok tahmin ediyorum. Seni asla kimseye gammazladım.” Kırık bir tebessümle, “Attığım tokat için üzgünüm.” dedi. “Senelerdir fırça ve müzik aleti tutunca ellerim anlamadan hafiflikleri yok olup nasırla kaplandılar. Oysa sadece göz boyamaya çalışıyordum.”
   Çenemi rahat bırakması için geri çekilirken söyledikleri karşısında başım dönüyordu. Tutunmak için koltuğun tepesine dokunarak kendime gelmeyi bekledim. Uğuldayan kulaklarım yavaşça sessizliğe karışırken tekrar başımı kaldırdım. “Size inanmak istiyorum ama çok zor Bay Sergei.” dedim fısıltıyla. “Başıma onca şey geldi ve artık söylenen sözlere ne zaman kansam sonunda aptal ben çıkıyorum.”
   Gözleri samimiyetle parlarken uzanıp zarfı elime tutuşturdu. “Sen çok zeki bir kızsın Afrah. Biraz sorgularsan sana hep sert davrandığımı ama yine de her daim seni sevdiğime inandığını hatırlayabilirsin.” Göz kırptı. “Çok zor değil.”
   Omuzlarım hafiflerken, “Yani borç yok mu?” diye sordum.
   Elimdeki zarfı işaret ederek, “Hayır, yok. Yırtık elbise de hediyem olsun.” dedi. “Gösteride öyle harikaydın ki seninle gurur duydum.” Yakınıma gelip boynuma bakmaya çalıştığında izin verdim. “Yarana bakmak beni hala dehşete düşürüyor. Artık gösterilerde giydiğin elbiselerde yara izinin olduğu boynuna biraz daha el işi ekleriz.”
   Sözleri karşısında vücudumu esir alan gülmeyle birlikte omuzlarım da sarsılmaya başladı. Elimdeki zarfı sertçe göğsüme bastırırken bu sefer gerçekten dikiş makinasının sesi artık kulaklarıma yakından geliyordu. Mutluluktan yanaklarım ıslanırken gülmemi durduramıyordum. İçime oturan ferahlıkla bir an önce dans etmek için ayak parmaklarım istemsizce kıvrıldı.
   Bay Sergei sıcacık mavi gözleriyle benim mutluluğumu izlerken daha da keyiflendi. “Ne zaman dikiş makinası almaya gidiyorsun?”
   Sorusu karşısında tüm yüzüme kocaman bir sırıtış yayıldı. “En yakın zamanda.” Sesim öyle mutlu çıkıyordu ki sanki bana ait değildi.
   Ladin Köşkü’nden ayrıldıktan sonra evin yolunu tuttum. Öyle uzun bir zamandır sıkıntılıydım ki nihayet içimde uçuşan kelebeklerle tekrar rastlaştığımda buna çabuk alışamadım. Annem de Leila da sürekli neden sırıttığımı sorup durdu. Leila bunu sordukça keyfim daha çok yerine geldi. Yakında onun yüzünde dünyanın en mutlu gülümsemesine tanık olacaktım. Bunun zevki kalbimi pır pır ederken cuma günü gitgide yaklaşıyordu. Tamamen umurumda olmadığını söylemezdim ama yine de içim bir nebze daha rahattı. Ortaya çıkması gereken ağır bir gerçek vardı ve öğrenmek için elimden geleni ardına koymayacaktım.
   Cuma gününe kadar Rapid’le babamın dükkanda olmadığı saatlerde talim yaptık. Her seferinde tüm gücünü kullanması için ayrıca rica etmem gerekti. Babam sürekli dükkana gelmeme alıştığı için tekrar dans etmeye başladığımda ikisini nasıl dengede tutacağım konusunda kararsızdım. Eskiye nazaran daha çok talim yapıyordum. Yemekleri dağıtması için Leila’ya daha çok yardım ediyordum. Muhtemelen dans etmeye geri döndüğüm zaman ilk başta uzun bir süre büyük gösterilere katılmayacaktım. Sadece pratik yapma düşüncesi bile mutlu olmamı sağlıyordu. Haftalardır içinde yutulduğum hüzün esaretinden kurtulmuş olmam rüya gibiydi. Cuma gününü atlattıktan sonra Ladin Köşkü’ne gitmeye başlayacaktım. Dikiş makinasını almak için biraz daha bekliyordum çünkü Leila’nın doğum günü yaklaşıyordu. Boğazımdaki izler artık dikkatle bakılmadan anlaşılmayan sarı tonuna dönmüştü.
   Cuma sabahı herkesten önce ayaklanıp geçen hafta olduğu gibi aynı yolu yürümeye koyuldum. Sırtımda yine tahta kılıçlar, belimde de yeniyle asılı kılıcım duruyordu. Ormana bağlanmadan önceki açıklığa vardığımda vezirin oğlu şaşırmadığım gibi oradaydı. İri taşlardan birinin üzerine oturmuş dalgın bir halde yere bakıyordu. Öksürdüğümde kafasını kaldırıp ayakta dikildiğim tarafa yöneldi. Suratında sıkıntılı bir ifade vardı ama umurumda olmadığı için çantamdan tahta kılıcını çıkarıp oturduğu yerin önüne fırlattım. Tek kelime etmeden kendiminkini elime alıp hizaladım. Aksak hareketlerle ayağa kalkıp karşıma geçince dikkatle suratına baktım. Alnında ter parıltıları vardı. Gözlerinde daha önce tanık olmadığım yorgun bir bıkkınlıkla pozisyonunu aldı. Son tartışmamızın ardından aksine onu daha öfkeli bekliyordum. Çenesi düşük bir şekilde sorular sorup durmuyor, başlamam için öylece bekliyordu. Ses etmeden kılıçları tokuşturmaya başladık. Bitkin olduğu her halinden belliydi. Kılıcına tam gücünü vermiyor. Benimkiyle onunkini bloke ettiğimde pes ederek kılıcını yere atıp duruyordu. Böyle davranması kızgınlığı arttırırken kılıcımla daha sert hiza alıyordum.
   Her zamanki alaylı ifadesini takınarak, “Formundan hiçbir şey kaybetmemişsin. Hala dilsiz gibisin.” dedi sesine yansımayan keyifle.
   “Bakıyorum sen de oldukça fazla talim yapıp güçten düşmüşsün.”
   Başını sallayarak beni geçiştirdi. Bu suskunluğu elimde olmadan şaşırmama neden oldu. Böylesinin daha iyi olacağını kendime hatırlatırken kılıcıma yüklediğim gücüme odaklandım. Geçen seferki dövüşümüzün sonunda yaşananlarla birlikte nefretim kor bir alev gibi beni yakıp geçmişti. Beni hor görüşü, çeneme kavrayışı aklıma geldikçe öfkem hafiften kendini belirtti. Kılıcıma daha ağır yüklenirken vezirin oğlu saldırılarımı boş vuruşlarla geçiştirdi.
   “Öfken hala dinmemiş.” diye mırıldandı. “Keşke sorularıma istediğim gibi cevaplar verip benim de öfkemi ortaya çıkartmasan.”
   “Keşke hayatıma bu kadar burnunu sokmasan.” dedim bıkkınlıkla.
   Yüzümü çevirip gözlerine baktığımda suratındaki sıkıntılı ifade hala silinmemişti. “Portreye her baktığımda gerçek olsaydı nasıl biri olurdu diye düşündüğüm kız sen olamazsın.”
   Kılıcımı sertçe onunkine indirdim. “Portrelere yansıyan yalnızca benim suratımın maskesini giymiş hayali karakterler.”
   Uzun bir sessizliğin ardından sesi yine dövüşümüzü bıçak gibi kesti. “Beni suikastçının elinden kurtarmaya çok hızlı mı karar verdin?”
   Sorusu karşısında afallayarak savurduğu kılıcını bloke edemedim. Böylece az daha boşluğuma yiyeceğim kılıçla gözlerimi kapatırken vezirin oğlu aniden duraksayıp kılıcını zapt etti. Elini koluma doğru uzatacakken ceylan gibi geri sektim. Başını sinirle salladı. “Unutmuşum. Dokunmak yok.”
   Ara vermeden kılıcımı tekrar kaldırdım. Vezirin oğlu da keyifsiz bir tavırla kılıcını kaldırırken alnında artan ter damlaları gözümden kaçmadı. Çenesini açmasına fırsat vermemeyi amaçlayarak bu sefer darbelerim daha güçlüydü. Etrafımda dönerek kılıcımı karnına sokacak gibi hamle yapıp havada döndürdüm. Vezirin oğlu tüm gücüyle tahta kılıcının üzerine abandı. Bu gücü karşısında şaşırsam da biraz dişimi sıkarak kılıcımı kavramaya devam ettim. Zorlandığı her halinden belli oluyordu ama ilk kimin pes edeceği çok önemliydi.
   Vezirin oğlu acı dolu bir nidayla kılıcını serbest bırakarak elini boynuyla omzu arasına getirdi. Şaşkın bakışlarla ne olduğuna anlam vermeye çalışırken canının yandığı her halinden ortadaydı. Kılıç tutarken kendini çok zorladığı için koluna ağrı girdiğini sandım ama elini çektiğinde boynunda kan lekesi vardı. Ona doğru emin olmayan adımlarla yavaşça yürüdüm. Yarasına bakmak yerine sertçe, “Eğer ağrın varsa bugünlük bu kadar yeter.” dedim.
   Elimde olmadan yarasını aldığı açıya gözüm takıldı. Parmaklarımı kendi boynuma getirdikten sonra kafamda dolanan ihtimalle ona döndüm. “Yeni bir yara mı aldın?”
   Susmakla yetinip gömleğini sıyırıp pansiyonu kaldırdı. Bakmak için ona doğru bir adım daha attığımda gözlerim yalnızca yarasına kenetlenmişti. Kızgın demirin bastırıldığı bariz olan yaraya bakarken gözlerim dehşetle irileşti. “Bunu… bunu sana kim yaptı?”
   Dövüşmemiz sonucu nefes nefese kalmıştı. Çektiği acıyla suratı kasılıyordu. “Sarayda saldırıya uğradım.”
   Kekelememek için dilimi ısırdım. “Hangi gün peki?”
   “Cumartesi akşamı.”
   Titreyen elimle ağzımı örterken kızgın demirin bıraktığı ize daha yakından bakmak için eğildim. Kare şeklindeki yanığın sağ üst kısmında bir nokta vardı. Bu da her zaman gördüğüm yıldızın bırakmış olduğu izdi. Vezirin oğlunun boynuna hayatı boyunca taşıyacağı bu yara izini babam yapmıştı. Tıpkı benim suikastçıdan kılıç izi yediğim yerin aynısıydı. Midem büzülürken derin  nefesler aldım.
   Vezirin oğlu eliyle yaranın üzerini örttü. “Bakma istersen. Bir anda rengin soldu.”
   Eti yakan kızgın demirin acısını düşünmek bile adeta benim canımı yaktı. Aslında hissetmem gerekiyordu fakat benim neden olduğum bu acının altında ezilmek üzereydim. Vezirin oğlunun yüzü terden parlıyordu. “Beni gerçekten boğacağını düşünmesem  o kadar ileri gitmezdim ve o sırada senin suikastçı olduğuna inandığım gerçeğini göz ardı ediyorsun.” Tek kaşını kaldırdı. “Hoş bu ihtimali tamamen ortadan kaldırmam da senin elinde.”
   Neyi inanıp inanmadığı zerre umurumda değildi. O saçma fikirlerle dolu kafasını istediği olasılığa yorabilir, bana zarar vermediği sürece istediği kadar boş konuşabilirdi. İtiraf etmem gerekirse hala benim suikastçı olduğumu düşünmesi elimde olmadan hayal kırıklığına uğramamı sağladı. Vezirin oğlu içine derin bir nefes çekti. Suratında çarpık bir tebessüm yayılırken, “Niye hep yemek ve demir kokuyorsun?” diye sordu.
   Gözlerimi bir anlığına örterek sessizliğe gömüldüm. Ondan nefret ediyor, yakınında durmak bile tüylerimi ürpertiyordu. Beni boğmaya kalkışmış, canımı ölesiye acıtmış, sayesinde tramvaya dönüşen kabuslar görmeye başlamıştım. Şimdiyse karşımda dikilmiş tam anlamıyla suikastçı olmadığıma henüz inanmadığını söylüyordu. Sinir katsayım artmak için yerini bekliyordu fakat yarasını gördükçe nedeninin ben olduğumu bilmek midemi bulandırıp durdu. Boynumdaki yara izini vezirin oğlu sayesinde almamıştım. Eğer düzenlenen suikastı durdurmaya kalkışmasaydım boynumda asla bir iz taşımayacaktım. Ama aksine vezirin oğlunun boynundaki iz apaçık sırf beni boğmaya çalıştığı için olmuştu. Babama bana yapmaya kalkıştığı şeyi itiraf etmeseydim bugün asla böyle bir izle karşılaşmayacaktım. Şükür olarak sayılması alay gibi görünse de beni boğmaktan vazgeçmişti. Oysa belki de bu yarayı alırken dişlerini kırarcasına birbirine geçirmiş, ömründe bir daha böyle bir acıya şahit olmayacağını bilerek o berbat dakikaları sineye çekmeye çalışmıştı. Alnının sürekli terlemesinden ve sarıya çalan ten renginden günlerdir yatakta yattığı kuşkusuz ortadaydı.
   Parmaklarım havaya kalkarken hala kararsızdım ama hem yarayı daha yakından incelemek hem de anlam veremediğim bir hissi içimde kıramazken boynundaki kana bulanan pansumanı yere fırlattım. Beyaz gömleğinin temiz tarafını elime dolayıp dikkatle yarasının üstüne bastırdım. Burnundan ses çıkarak güldü. “Hani dokunmak yoktu?”
   “Sen bana dokunmayacaksın dedim. Benim sana dokunmamam için bir anlaşmaya imza atmadık.”
   Sözlerim karşısında göğsü sarsılacak şekilde sesli gülmeye başladı. “Şimdi portredeki kızla örtüşmeye başladın işte.”
   Onun bu neşesi bana zerre bulaşmazken, “Ne demezsin.” demekle yetindim. Konuyu değiştirmek için doğru zaman olduğuna karar verdim. “Seni yaralayanların kim olduğu ortaya çıktı mı?”
   Suratı gerildi. “Hayır, bir anda beş kişi saldırdı ve hepsi siyahlar içindeydi.”
   Tuttuğum gömlek parçası yaradaki tüm kanı emdiğinde geri çekildim. “Kolunu ne kadar zorlarsan ağrın o kadar artar. O yüzden bugünlük bu kadar talim yeter istersen.”
   Başını sallarken geri çekildim. Vezirin oğlunun yeşil gözleri parladı. “Bana hiçbir zaman ismini söylemezsen sana nasıl sesleneceğim?”
   “Portredeki kız diyebilirsin.” diye geçiştirdim.
   Bir şeylere kafa yorduğunu belli ederek alnı kırıştı. “Bay Sergei ile arandaki bağ ne?” Omzumu silkerek bu soruya cevap vermeyeceğimi göstermeye çalıştım. Bu sefer de ısrarla, “Bir asilzadenin kızısın, değil mi?” diye sordu. "Ailen asilse modellik yapmana nasıl izin verdiler?"
   "Ailem asilse beni şimdiye kadar tanıyor olman gerekirdi. Haksız mıyım?"
   "Soruma cevap vermedin. Beni kurtarmaya nasıl karar verdin?"
   Geçiştirerek, "Çok ani oldu." dedim kısaca.
   Israrlı bakışlarla gözlerini bana dikti ama daha fazla konuşmayacaktım. Geri adım atarak tahta kılıçları çantama doldurmaya başladım. Vezirin oğlu aynı yerde dikilirken alnındaki terleri sildi. Arkamı dönüp gideceğimi anlayınca öne atıldı. "Sana bir teklifim var."
   Cüretkar bir tavırla tek kaşımı kaldırdım. "Zaten ya bir teklifin oluyor ya da üstüme atacak bir suç buluyorsun."
   Dokundurduğum lafın üzerinde durmadan devam etti. "Seni sözleşmemizdeki bir aydan özgür bırakacak."
   Bastıramadığım bir hevesle, "Neymiş o?" diye sorduğumda gözlerinde hayal kırıklığı parçaları görür gibi oldum.
   "Benim de dahil olacağım ufak çaplı bir dans gösterisinde dansçıya ihtiyacım var."
   Sesim alayla titremek üzereydi. "Sen de mi dans edeceksin?"
   "Hayır." dedi sertçe. "Piyano çalacağım."
   Cevabı karşısında hafif bir duraksamayla bekledim. Vezirin oğlunun öylesine naif bir müzik aletini çalıyor olduğunu düşünmek çok tuhafıma gitmişti. Kafamda ikimizin başrol olduğu bir gösteri hayalle bulutlanırken içimde hissettiğim merak duygusunu bastırmaya çalıştım. Arp çalmayı az çok biliyordum ama piyano gibi mükemmel bir varlığın üzerinde parmaklarımın gezdiğini düşlemek ürpermeme neden oldu. Bu anlaşmadan ne kadar hızlı kurtulursam o kadar hızlı rahat nefes alacaktım. "Üç ay." diyerek şansını denedim. “Anlaşmadan üç ayı sileceğiz."
   Aksi şekilde kafasını salladı. "İki ay."
   Dişlerimin arasından tıslayarak kabul ettiğimi gösterdim. "Umarım zor bir gösteri değildir. Birkaç şartım olacak."
   Gülünecek bir tavırla iç çekti. "Dokunmak yok. Soru sormam yasak. Öyle değil mi?"
   Tiksintiyle burnumu ekşittim. "Dokunmak tabii ki yok. Sadece gözlerimin görüleceği bir kostüm giyeceğim."
   Devam etmediğimi görünce kaşlarını kaldırdı. "Bu kadar mı?"
   "Hayır, önce bir şeyin asıl yüzünü öğrenmem gerek."
   Kollarını göğsünde kavuşturup, "Neymiş o?" diye sordu her zamanki özgüvenli tavırla.
   "Ancak bir şartla kabul ederim. Benim suikastçı olma ihtimalimi sana Bay Sergei söylemediğine göre bu olasılığı kim ortaya attıysa onu itiraf edeceksin."

   Sorum karşısında şaşkınlığı yüzünden her türlü okunurken ben de aynı tavırla kollarımı kavuşturarak umutla beni asıl uçurumun kenarına itenin ortaya çıkmasını beklemeye koyuldum.

6 yorum:

  1. Giderek daha heyecanlı oluyor.Herşeuin dozu yerli yerinde.Masum, henüz bir aşk başladığını bile bilmeyen iki insan var ki aşkın en güzel hali işte bu yalın hali bence...Devam Betül çok bekletme bizi. Klıçların Dansı çok çekici bir isim değil bence.Okuyucu ilk kitabın ismini görür ve eline alır.Biraz savaş çağrıştırıyor.Bayan okurlar, arka kapağı okumadan bunu böyle algılayıp, kitaba ele alma şansı bile vermeyebilirler.Dans kelimesi hernekadar yumuşatsa da, bilemedim.Yine sen içinden geleni yap."Afrah" koyabilirsin belki...Bu da benim fikrim.Bu karakteri resim olarak kafamda, hani Afganistanlı bir kızın resmini National Geographic kapak yapmıştı seneler öylece, hatta seneler sonra kendisini bulup, yaşlanmış halini de fotoğraflamıştı...
    Çok güzel gözleri vardı.Afrah hayalime öyle bir güzellik olarak yerleşti...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aklıma kurt düşürdün valla :D İsmi değiştirmeye düşünmeye başladım ama şimdilik en azından yenisini bulana kadar böyle kalsın :) Beğenmene çok sevindim, yediye henüz başlamadım, altıyı çok hızlı yazmıştım ama yedi henüz kafamda oturmadı aceleye gelmesin istiyorum :)

      Sil
  2. Şu an saat 3.05 ve bir oturuşta 6 bolüm okudum.Başlarda yazım tarzın farklı gelse de sonradan alıştım ve aktı resmen satırlar. Kurgusu ise daha başlarda olsa da çok güzel görünüyor şimdiden ve gitgide daha da güzelleşiyor bölümler. Yeni bölümü iple çekiyorum umarım kısa zamanda gelir. Ha bu arada bir an önce cuma günleri gelsin istiyorum haftanın diğer altı gününü aradan çıkarsak mı ne :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çoook sevindim beğenmene :) Yediye henüz başlamadım çünkü önce bölüm sonlarını aklımda oturtmam gerekiyor. Başladığım gibi birkaç güne gelicek yeni bölüm :)

      Sil
  3. Nerelerdesin?Yeni bölüm için sıkıştırmayayım dedim ama merekta ediyorum.Umarım herşey yolundadır canım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Her şey yolunda, sadece iki haftadır günlerim biraz yoğun geçiyor. Bu hafta başlayacağım sıradaki bölüme :)

      Sil