21 Ağustos 2017

Bunca Zaman Nerelerdeyim, Bu Sene Neler Yapıyorum?

Az önce bu sıralar zar zor kendime ayırdığım vakti nihayet kitap okuyarak geçirdiğim rahat zaman diliminde muhtemelen kitabın da çok ilgi çekici olmadığından dolayı kafamda düşünceler dolanıyordu. Sonrasında blogumda "benden nameler" kısmında yazdıklarımı beğenen bir arkadaşımla yakın zamanda görüşeceğimi hatırlayarak en son görüştüğümüzde bu tarz yazılara devam edeceğimi söylediğimi anımsadım. Birkaç kere daha aklıma gelse de bu sefer elimdeki kitabı bırakıp laptopu kucakladım. Sorsanız ne laptop.. benim biricik göz ağrım, biriciğim, canımın içi son günlerde can çekişiyor, yeni şarj aleti için yalvarıyor kendince. Her neyse öncelikle bunca zamandır şayet beni kitap hesabım haricinde önceden de buradan takip edip yazılarımı okuyanlardan, hayatımdan paylaştığım kesitleri görmekten keyif alanlardan ufak bir özür diliyorum çünkü tüm bunlar kitap hesabımın suçu aslında. İyi ki öyle bir hesap açmışım çünkü dünya güzeli insanlarla tanıştım ama bir yandan da buradan kişisel hayatımla yaptığım paylaşımlar çok okuyan dar insanların ağzını yormaya başladı. Bir süre ne okuduğum, ne yaptığıma dair o kadar saçma sorular aldım ki "aman kimine" diyerek "bu ay neler yaptım" yazılarımı blogumdan yazmaya son verdim. Belki de ara vermişimdir, tekrar heveslenirsem yazmaya devam edebilirim. Fakat bir yerden sonra ay sonu yazılarımın da keyif veren bir tattan ziyade sorumluluğa dönüp laptopun başına beni zorla geçirmesiyle birlikte eski aldığım zevki alamıyordum. Her neyse en son kasımda neler yaptığımı yazmışım.. Kasım neydi ki onca karmaşık ayın içinden. Ortadan dalıyorum izninizle... İstediğim meslekte bana yardımcı olmayacağına kesin olarak karar vererek stilistlik derslerimi ikinci dönemde yarıda bıraktım. Dikiş derslerimi sonuna kadar aşırı nadir devamsızlık yaparak büyük başarıyla tamamladım. Geçen senenin başında istediğin modeli kendine dikebilecek misiniz diye sorsaydınız tereddüt edebilirdim ama şu anda sadece kendime değil, yakınlarıma da dikmeye başladım. Ders sürecinden, öğrenme aşamalarından ve "mükemmel" ders hocamla dikiş eğitimime kattıklarımı boş verin. Sabrımı, enerjimi hakkıyla yedi bitirdi ama ben kazandım sonuçta!

Her neyse geçen seneyi geride bırakıyoruz ve bu seneye dönüyoruz. Geçen sene temmuzda dikiş derslerim bittiğinde sonraki sene kesinlikle dikişe gitmeyi düşünmüyordum. En azından haftanın üç tam gününü alacak tarzda geniş bir sürece katılmak aklımın ucundan geçmiyordu. Çünkü kendi hocamdan ağzım yandığı için sıradakilere başarılar dileyerek bir seneyle dikiş derslerime nokta koyacaktım. Hatta seneye de aynı hocaya gitmeyi düşünen arkadaşlarımı baştan çıkarıp onları da bu sene yollamadım. Geçen sene ikinci döneme henüz yeni geçmişken aklımda kalıcı olarak filizlenen tek sabit düşünce seneye aşçılık eğitimi alacağımdı. İsmek'in Mutfak Okulları'ndan Davutpaşa Kampüsü'nde geçen sene açılanı gözüme kestirmiştim. Tüm yaz boyunca herkese seneye aşçılığa ve profesyonel pastacılağa gideceğim diye hava atıp, aylarca her sabah saat yedi buçukta uyanıp hazırlanıp metroya atladığım, kış boyunca renk renk diktiğim kabanları, etekleri, elbiseleri sergileyeceğim ders dönemini düşünürken içimde kuşlar kanat çırpıyordu. Böyle güzel hayaller içimi doldururken iki hafta önce laptopun başında kayıtları kaçırdığımı idrak ederek, her girdiğim aşçılık kurs biriminin dolu olduğunu görerek elime yeni bir peçete aldım. Sanırım henüz ömrümde geçirdiğim en uzun akşamlardan biriydi. Anneme dert yanarken "tüm sene ne yapacağım" diye ağlayıp duruyordum. Ne olur ne olmaz diye geçen sene yanlışlıkla yerine stilistliğe gittiğim modalistliğe kaydımı altın harflerle yaptırdım. Daha sonrasında annemin de havaya sokmasıyla bildiğimiz en profesyonel terzinin yanında üç gün staja girmeye karar verdim. O da kendine bir yardımcı arıyordu ve bu sayede tencere kapağını buldu. Anlayacağınız bu sene haftanın ilk üç günü staja, kalan iki gününü de modalistlikte geçiriyorum. Ağustosta tatilde olabilirsiniz ama bendeniz Betül son tatil ayımı koşuşturmaktan anlamadan geçirdim bile. Ayrıca bu sene sınava girip seneye açıktan başlamak için sosyoloji seçmeyi düşünüyorum. Sinema ve televizyon bölümünün de açık öğretime katıldığını duyduğumdan beri ona karşı daha çok gıdıklanıyorum ama annemler o bölüme pek hevesli değiller. Sinema ve televizyonu dışarıdan okumanın bile benim için ne kadar güzel bir şey olabileceğini az çok tahmin edebiliyorsunuzdur. Bu saydıklarımın dışında bu sene inşAllah sonunda ehliyet kursuna yazılacağım ve yavaştan babamın arabasına göz dikmeye başlayacağım. Yalnız önümüzdeki seneler içinde yapmayı düşündüğüm şeyleri düşünürken bile aklıma metro kullanmaya devam eden bir Betül canlanıyor. Özellikle Üsküdar tarafında olan ders birimlerine olan aşkım sönmezse araba kapıda olduğu halde yine marmarayın yolunu tutarım diye tahmin ediyorum. Ha unutmadan terzide staja başlamamın nedeni dikişte daha profesyonelleşmeyi ve inceliklere daha çok kafa yormayı detaylı bir şekilde öğrenmek için çünkü bu cümlemden anlayacağınız kadarıyla harika "dikiş hocam" sayesinde öğrendiklerimin bir yarısı kadar diğer yarısı yığınla beni bekliyor. Dikişi geliştireceğim ve artık temiz dikişe daha çok önem vermeye başladığım için de yavaştan özel dikime başlıyorum. Önce tanıdıklarıma dikmeye başlıyorum diyeceğim ki başladım bile. Daha dün kuzenime mis gibi bir elbise diktim ve bir gün canınız isterse de dikiş öğrenirseniz göreceksiniz ki zamanla karşılığı olmadan dikiş dikmek insana durup durup kendini "saf" gibi hissettiriyor. Çok sevdiğiniz bir dostunuz için bir kerelik sırf karşınızdakinin mutluluğu için dikme hevesiniz oluyor. İlk başladığımda en yakın kuzenlerime birer tane hediye diktim mesela. Ama sonrasında karşılıksız olmuyor, bu yüzden ben de bu işte yeni olduğum için yavaştan karşılığını alarak dikmeye başladım. Sıradaki dikeceklerim teyzeme bayrama kadar yedi parça giysi ve yakın arkadaşlarımdan birine abaya. Böyle olunca akşam olmaya yakın eve vardıktan sonra başımı yastığa dayayıp kitap okumak isterken kendimi kumaş keserken buluyorum. Anlayacağınız henüz bir düzen oturtturamadım. Bir daha ki ay stajım olmadığı için bu ayın açığını kapatarak bol bol kitap okuyacağım, tabii kuzenlerime sıradaki düğün için kendimce abiye dikmezsem. Neyse bakın böyle konuşunca susasım gelmiyor. Buraya kadar okuduysanız görüyorsunuz ki beni çok dolu bir yıl bekliyor. Geçen sene yaza doğru dikişi meslek edinmek konusunda ağır şüphelerim vardı çünkü kendine dikmekle, parayla birine dikmenin arasında çok fark var ve özgüvensizliğim uzun zaman sonra merhaba diyerek bu konuda beni şüpheye boğmuştu. Bu sene aşçılığa gitseydim muhtemelen bu düşüncem devam edecekti ama bu sene gittiğim stajla birlikte, modalitstlik eklenince yavaştan bakıyorum da havaya giriyorum. Bu senenin sonunda dikişi meslek edinip edinmeyeceğime şahit olacağız. Bu arada modalistlik ne demek diye merak edersiniz? Hani internette bir kaban görürsünüz ya, işte iki ders döneminin sonunda o gördüğünüz kabanın kalıbını kağıda dökebiliyorsunuz. Dikiş dikmeyi de biliyorsanız bir bakıyorsunuz o resimdeki kaban üzerinizde. Yani modalistlik için çok heyecanlıyım. Geçen sene dikişten iki dostumla birlikte olacağım için ayrı mutluyum. Güzel, dopdolu, hevesli olduğum bir sene beni bekliyor. Umarım bir iki ayda bir eskisi gibi özetler geçerek ruh halimi buraya dökerim. Unutmadan Gökçeada tatilimizden İstanbul'a döndüğümüz gibi diyete girdim. Bir daha ki ay umarım platese başlayacağım. Diyette olduğum ve tatlıya son birkaç senede çok düşkün olduğum için pek hoş olmayan bir modla geziniyorum arada. Bende anlatılacaklar bitmez. Sağlıcakla kalın.
Continue reading Bunca Zaman Nerelerdeyim, Bu Sene Neler Yapıyorum?

19 Temmuz 2017

,

Çocukluğun Sonu - Arthur C. Clarke | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Çocukluğun Sonu
Orijinal Adı: Chilhood's End
Yazar: Arthur C. Clarke
Yayınevi: İthaki
Sayfa Sayısı: 256
Goodreads Puanı: 4,09/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Bilinmeyenin korkusu, geçmişten değil de gelecekten kalma bir hatıra olabilir mi?
1953’te yayımlanan Çocukluğun Sonu, Arthur C. Clarke’ın bir bilimkurgu yazarı olarak tanınmasını sağlayan, yirminci yüzyıla damga vuran önemli romanlardan biri. 2015’te televizyona uyarlanarak dizi haline getirilen ve bilimkurgu takipçileri için yeniden gündeme gelen bu eserin gücü, insanlığın geleceğine dair en özgün ve düşündürücü yorumlardan birini sergilemesinde gizli.
Dünya üzerindeki uygarlığımızın kaderini, insan neslinin akıbetini irdeleyen Çocukluğun Sonu, ters köşeye yatıran bir “öteki” anlatısı, farklı bir uzaylı istilası öyküsü, ütopya ve distopya arasındaki ince çizgiye dair, kalın harflerle tarihe geçen bir bilimkurgu klasiği…

Bilimkurgu Klasikleri dizisinden okuduğum ikinci kitap oldu. Açıkçası bilim kurgu türünün bana pek hitap etmediği kanısına varalı çok olmuştu. En azından benim için sürekli okuyacak kadar zevk aldığım bir tür değil. Hem okuması normale göre daha fazla vaktimi alıyor hem de işin içinden çıkmak zor oluyor. Bundan önce sadece tam anlamıyla bilim kurgu olan iki tane kitap okudum. Bu kitapla beraber bu türde daha çok okuyup okumayacağıma karar verecektim. İlk elli sayfasını anlayabilmek için baya dikkatli okusam da elimden bırakmamak için çok direndim. Kitaba odaklanmamı en çok zorlayan kısım Karellen'in ne olduğunu bir türlü anlayamam ve Hükümdar kavramına mana yükleyemem oldu. Ne zaman ki Karellen'in kim olduğu anlaşıldı; o zaman kitabı da elimden bırakmadan sürükleyici bir şekilde okuyabildim.

Kitabın ilerisinde Karellen'in ırkının dünya üzerinde söz almasının ardından yüz senenin geçmesinden sonrasını okuyoruz. İlk takıldığım kısım geçen yüzyılın ardından değişen dünyanın özellikleriydi. Tüm dünyada İngilizce bilmeyen tek bir kişinin bile kalmamış olması ihtimaline çok fazla gerçeklik sığdıramadım. Ama elbette Karellen'in türünün bunda nasıl bir etkisi olduğu belli oluyor. Bir de dinlerin tamamen ortadan kalkması da pek ihtimale sığdıramadığım diğer kısım oldu. Demek istediğim benim tahminimce bu ikisinin dünyada ne olursa olsun meydana gelmesi bana göre mümkün görünmüyor. George ve Jean'in katıldığı partide yaşananların devamıyla birlikte geri kalan tüm sayfaları merakla çevirdim. Böyle olunca yarıdan sonrasını daha büyük bir heyecanla okudum. Üçüncü kısım olan "Son Nesil" başlığının ardından okuduklarımız zaten insanın tüylerini diken diken ediyor. Bilim kurguya olan bakış açımı değiştirip, bu türde daha çok okumam gerektiğini en azından benim için kanıtlayan distopik bir roman oldu.
Distopya türüne hitap eden günümüz serilerinden daha etkileyici, çarpıcı ve daha akılda kalıcı bir konusu vardı kesinlikle. Gerçekten çok beğendim ve dilinde başlarda zorlansam da sonrasında merak hissi sayesinde elimden bırakmadan okudum. Okuması biraz ağır olsa da buna gerçekten değdi. Öncesinde bu türde kitaplardaki okuduğum eksiklik hissini bu kitapta yaşamadım. Size de okumanızı kesinlikle öneririm. Bundan sonra daha çok bilimkurgu klasikleri yorumlamam dileğiyle..
Continue reading Çocukluğun Sonu - Arthur C. Clarke | Kitap Yorumu
,

Durgun Mavi'nin Ortasında - Veronica Rossi | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Durdun Mavi'nin Ortasında
Orijinal Adı: İnto the Still Blue
Yazar: Veronica Rossi
Yayınevi: Pegasus
Sayfa Sayısı: 368
Goodreads Puanı: 4,17/5
Benim Puanım: 4,5/5
Arka Sayfa;
Aria ile Perry için Durgun Mavi’ye ulaşma yarışı çıkmaza girmiştir. İki genç lider hem birbirlerinden ayrılmamakta hem de Eter fırtınalarına karşı bu son sığınağa düşmanlarından önce gitmekte kararlıdır. İki âşık, hem Durgun Mavi’yi bulup hayatta kalmak hem de Sable ve Hess’in elinde esir olan dostları Cinder’ı kurtarmak için zorlu bir göreve hazırlanmakta, diğer yandan da küçük bir mağarada, tek ortak noktaları içinde bulundukları durumdan nefret etmek olan iki halk arasında barışı sağlamaya çabalamaktadır. Her şeylerini kaybetmek üzere olan insanların güvenebilecekleri tek şeyse aralarındaki sarsılmaz bağdır. Üçlemenin bu son kitabında, Veronica Rossi çıtayı sonuna kadar yükseltiyor ve bu destansı aşk hikâyesini unutulmaz bir finale taşıyor.

Bir seriye daha veda ediyorum ama bu veda biraz hızlı oldu. Serinin üç kitabını üç gün içinde okudum. Zaten ilk kitabı bitirdikten sonra elime başka bir kitap almamı gerektirmeyecek kadar konusuna kaptırdım kendimi. Yine çok güzeldi ve harika bitti. İkinci kitap yorumumda bize veda eden bir karakterin bu kadar basit seriden ayrılmasını beklemediğimi ve üçüncü kitapta bu durum değişir diye umduğumu söylemiştim ama öyle olmadı. Üçüncü kitapta bu konuyla ilgili beklentim gerçekleşmeyince yazarın o karakteri boş yere seriden çıkardığını düşünmeye başladım çünkü o kadar pat diye gerçekleştirdi ki en azından o karakteri daha fazla okumayı beklerdim. Ya da bu veda üçüncü kitapta olsaydı kesinlikle daha can alıcı olurdu.

Bu kitapta Roar ve Aria'nın arkadaşlığı daha derin bir samimiyet kazanıyor. Perry olmadığında ikisi birbirine sığınıyor. Yazarın bunu klişeleştirmeyi reddetip tek taraflı bir aşka çevirmemesi en çok beğenimi kazananlardan biri oldu. Serideki en pislik karakter olan Sable'a veda etmek için bölümleri saydım resmen. Çocuğun millete çektirmediği kalmadı. Ayrıca İkmatçi ve Vahşi topluğunun uzun zamandır süren bu düşmanlığının hemen ortadan kaldırılmaması bu nefreti daha keskin bir çıkmaza sürükledi. Kitabın son bölümleri de her zamanki gibi çok güzeldi. Aria'nın babasına değinilmesini de çok beğendim. Perry ve Aria'nın aşkı zaten harikaydı. Kurgusundaki evren, konu gidişatı ve yan karakter derken her şeyiyle okunmaya değer bir seri. Umarım yazarın diğer serisi de yakın zamanda dilimize kazandırılır. Bol bol keyifli okumalar dilerim..
Continue reading Durgun Mavi'nin Ortasında - Veronica Rossi | Kitap Yorumu
,

Bitmeyen Gecenin İçinde - Veronica Rossi | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Bitmeyen Gecenin İçinde
Orijinal Adı: Through the Ever Night
Yazar: Veronica Rossi
Yayınevi: Pegasus
Sayfa Sayısı: 352
Goodreads Puanı: 4,17/5
Benim Puanım: 4,5/5
Arka Sayfa;
FIRTINALARIN HARAP ETTİĞİ BİR DÜNYADA ACIMASIZ GECEYE VE TÜM İHANETLERE RAĞMEN HAYATTA KALMAK İÇİN DİRENEN BİR AŞK Aria annesinin kaybını kabullenmiş ve artık Hayal’in dışındaki yabani dünyaya uyum sağlamıştır. Peregrine ise Tide kabilesinin Kan Lordu olarak yeni sorumluluklarına alışmaya çalışmaktadır. Birbirine umutsuzca âşık iki gencin yolları aylar sonra tekrar kesiştiğinde mutlulukları çok kısa sürer. Tide’lar, yarı kametçi olan Aria’ya güvenmemektedir ve Perry, yönetmesi gereken kabile ile sevdiği kadın arasında kalır. Eter fırtınaları her geçen gün kötüleşirken, emniyette olabilmek için tek umutları Durgun Mavi’yi bulmaktır. Üstelik bu efsanevi bölgeye ulaşmak isteyen sadece onlar değildir ve Perry’nin yeğeni hâlâ Konsül Hess’in tutsağıdır. Etrafları sahte dostlar, dosta dönüşen düşmanlar, doğal felaketler ve güçlü tutkularla çevrilen ancak asla yılmayan Aria ile Perry güzel bir gelecek kurmak uğruna bir kez daha ayrı düşecektir.

Çok ama çok güzeldi. Sadece ana karakterlerimiz değil, Roar ve Liv arasında geçenleri okumakla heyecan ikiye katlandı. Kitabın çoğunluğu Kan Lordu olduğu için Perry'den ayrılmak zorunda kalan Aria'nın Roar'la yollara düşmesini kapsıyor. Liv ortaya çıktığında Roar ve arasında bir şeyler geçecek mi diye parmaklarım gıdıklanarak sayfaları çevirdim. Bir yandan da Perry'nin bu ayrılığın acısının izlerini taşımasını okuyoruz. Bu kitapla beraber kaçırılan çocuklara ve Perry'nin abisinin yaptığı hataların hayatlarını nasıl etkilediğine daha çok değiniliyor. İlk kitap ikilinin aşklarının doğması bakımından çok güzeldi ama bu kitapta ilk kitabın aksine ikilinin aşkı haricinde diğer kısımları da çok beğendim. Ayrıca okuduğumuz ayrılığın gerçek olduğuna hala inanasım gelmiyor. Bence yazar üçüncü kitapta bizi şaşırtmayı seçicek. Her şeyiyle çok severek okudum ve ilk kitaba göre bir tık daha çok beğendim. Üçüncü kitabın yorumuyla görüşmek üzere.

Continue reading Bitmeyen Gecenin İçinde - Veronica Rossi | Kitap Yorumu
,

Sonsuz Gökyüzünün Altında - Veronica Rossi | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Sonsuz Gökyüzünün Atlında
Orijinal Adı: Under the Never Sky
Yazar: Veronica Rossi
Yayınevi: Pegasus
Sayfa Sayısı: 384
Goodreads Puanı: 4,01/5
Benim Puanım: 4/5
Arka Sayfa;
ÖLMENİN MİLYONLARCA, YAŞAMANINSA TEK BİR YOLU VAR 
TEHLİKE DOLU BİR DÜNYADA SIRADIŞI BİR İTTİFAK DÜNYALARIN AYIRDIĞI ANCAK KADERİN BİRLEŞTİRDİĞİ BİR AŞK
Aria bütün yaşamını Hayal’in korunaklı kubbesi altında geçirmiştir. Genç kadının bütün dünyası bu izole şehrin duvarlarıyla sınırlıdır. Ona Dışarı’da soluduğu havanın bile ölümcül olduğu öğretildiğinden Hayal’in kapılarının ardında neler uzandığını tahmin dahi etmemiştir. Annesi kaybolunca onu bulmak için Dışarı’daki çorak araziye çıkmak zorunda kalır ancak hayatta kalmanın çok zor olacağının bilincindedir.
Dışarı’dayken Perry adında bir Yabancı’yla tanışır. Bu yabani adam da birini aramaktadır ve Aria’nın hayatta kalabilmek için tek şansıdır. İki genç, aradıkları sorulara cevap bulabilmek için birbirlerine umut ışığı olacak ve sıradışı birliktelikleri Sonsuz Gökyüzünün Altında yaşayan insanların kaderini belirleyecek bir bağa dönüşecektir
Çok uzun zamandır okumak istediğim bir seriydi ve okumak için geç kalmamayı umuyordum çünkü son zamanlarda okumak istediğim eski serilere öncelik veriyorum ve çoğu bu türde çok fazla okuduğum için beni ufaktan hayal kırıklığına uğratıyor. Bu seride ise ilk kitabı öyle mükemmel bulamadım ama seri ilerledikçe daha çok beğeneceğimden eminim. Öncelikle kitaba çok karmaşık bir havayla giriş yapılıyor. Aria'nın Hayal'de yaşadığı büyük karışıklığı okuyoruz ama elbette henüz okuduğumuz evren, yaşama biçimi ve ortam bize anlatılmadığı için ilk bölümler tam bir karmaşayla devam ediyor. Yani kitap benim için büyük bir eksiyle başladı. Tüm kitabı bir bölüm Aria'nın bakış açısından, bir bölüm Perry'nin bakış açısından okuyoruz. Böyle olunca kitap ilerledikçe daha çok beğendim. Kitaba ilk başladığımda hem çok karışık bir girişi olduğu için hem de İkametçi, Köstebek gibi takma isimler çok fazla kullanıldığı için bana 5. Dalga'yı anımsattı ama sonrasında bu düşüncem kayboldu.
Aria ile Perry'nin yolları bir araya geldikten sonra kitaba hemen ısındım. İkilinin arasındaki nefret, zoraki sohbetleri ve zamanla birbirlerine alışmaları çok güzeldi. Kitabın kurgusu da anlaşıldıkça gözüme güzel geldi ama kurgusunda benim en çok beğendiğim kısım; Bilici, İşitici gibi özelliklerin bulunmasıydı. Ruh halinin kokusunun alınması kitapta hiç okumadığım bir özellikle öne çıktı. Ne zaman bu olayın bahsi geçse daha çok hoşuma gitti. Kitap ilerledikçe karışıklığını geride bıraktı ama diyalarda dolaşmalarını sağlayan aletle iletişim kurmalarını daha açıklayıcı yazmalarını beklerdim. Bu olay geçtiğinde bazen satırları tekrar okurken buldum kendimi. Kitabın sonuna gelirsek Perry'nin verdiği kararı okurken içim gitti. Duygusal yönden de ağırlıklı bir kitaptı. Konunun devamında neler göreceğiz merakla ikinci kitabı elime almaya gidiyorum.
Continue reading Sonsuz Gökyüzünün Altında - Veronica Rossi | Kitap Yorumu
,

Çıplak Ayaklı Kraliçe - Ildefonso Folcones | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Çıplak Ayaklı Kraliçe
Orijinal Adı: La reina descalza
Yazar: Ildefonso Folcones
Yayınevi: Pegasus
Sayfa Sayısı: 760
Goodreads Puanı: 3,79/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Çıplak Ayaklarımla Doğdum, Çıplak Ayaklarımla Öleceğim…
Efendisinin ölmeden önce azat ettiği zenci köle Caridad, Sevilla sokaklarında tecavüzcülerle ve hastalıklarla savaşmaktadır. Bir gece vakti ölmek üzereyken karşısına yaşlı Çingene Melchor Vega çıkar. Melchor onu alıp yaşadığı yere götürür ve Caridad orada iyileşip Melchor’un torunuyla tanışır; genç, güzel ve asi Milagros’la… İki kadın kısa sürede birbirine can yoldaşı olur.
Günlerini annesiyle birlikte soyluların fallarına bakıp dans ederek geçiren Milagros, düşmanları olan García ailesinden Pedro’ya âşık olur. Caridad ise diğer erkeklerden farklı olarak yalnızca şarkılarını dinlemek isteyen yaşlı Melchor’a tutulur. İki arkadaş imkânsız aşklarının hayalini kurarken krallıktaki bütün Çingenelerin tutuklanmasına karar verilir. Böylece prangalarla, haksızlıklarla, ayrılıklarla, gözyaşlarıyla ve ağıtlarla dolu uzun geceler başlar. Kölelikten sonra sevilmeyi ve kadın olmayı öğrenmek için Caridad’ın; ailesinin ve köklerinin değerini anlayabilmesi için de Milagros’un ödemesi gereken bazı bedeller vardır. Fakat tek suçları Çingene ya da köle doğmak olan bu insanlar için sevgi ve özgürlük kadar değerli bir şey yoktur.
Aşk, tutku ve intikam ağıtlarının yankılandığı bu sayfaları okurken on sekizinci yüzyıl Madrid’inin meydanlarında gezinecek, tütün kokusu alacak ve o rengârenk dünyalarına rağmen Çingenelerin ve Afrikalı kölelerin acılarını ta içinizde hissedeceksiniz…
Bayılarak okuduğum bir roman oldu. Ama bayılmamın büyük çoğunluğu kitabın konusunun, kurgusunun gidişatı olmadı. Çünkü karakterlerin çektiklerini okudukça içimdeki sıkıntı büyütüp adeta patlamaya hazır bir balon halini aldı. Evet konusu da muhteşemdi ama bayıldığım kısım okurken beni diken üstü yapan, hatta yoran, bazı bölümlerin çaresizliği karşısında kitaba ara verdirmek isteyecek kadar büyüsüne kapılıp bana nadir tattığım tüm hisleri bir arada yaşatmasıydı. Sanırım okuduğum kitaplar arasında en çok zorlandığım kitaptı. Ama bunun nedeni kurgunun zorluğu ya da karakterlerin çokluğunun içinden çıkamam gibi kolay sebepler değildi. Okumaya devam ettikçe iki kadının da bir türlü feraha kavuşamaması beni de fena halde darladı. Ortaçağ Avrupası'nı konu alan okuduğum ilk kitaptı ve ayrıca çingeneleri konu edinmesi bakımından da okuduğum ilk kitaptı. Kitabın asıl konusu Caridad ve Milagros'un dostluğuyla başlıyor. Milagros düşmanları olan bir aileden gelen bir çingene. Diğer yandan Caridad ise kendini bildi bileli köle olan, efendisinin ölmesiyle özgürlüğü eline verilen zenci güzel bir kadın. İkisinin bir araya gelmesine vesile olan da Milagros'un dedesi Melchor.

Tüm erkeklerin tek amacının ona tecevüz etmek olduğu bu dünyada ondan sadece şarkı söylemesini isteyen Melchor'a yavaştan aşık oluyor Caridad. Tabii zaman zaman bu Milagros ile dostluğunu sarsıyor. Milagros ise düşman aile olan Garcia'lardan Pedro'ya deli divane aşık. Öncesinde bu düşmanlığın öylesine geçici olduğunu sanıyorsunuz ama Pedro'nun dedesi Milagros'un dedesi Melchor'un ömrünün yarısını çalarak kürek cezasına mahkum olmasını sağlayan adam. Böyle olunca da Vegalar ve Gabrieller arasında amansız bir düşmanlık söz konusu. Fakat Milagros henüz on beş on altı yaşlarında olduğu için bu düşmanlığın sonuçlarını tahmin edemiyor. Pedro ile evlenmelerinin ardından yaşadıklarıyla kalbim parçalandı resmen. Kadının bu kadar vasıfsız, bir zevk objesi gibi maruz kaldıkları acıları defalarca kez okuduk.Caridad'ın her başına geldiğinde de içim yanıyordu fakat Milagros'un bir ihtimal Pedro ile sadık bir aşk yolunda yüreceği yalanları kitabın yarısına gelmeden suratıma çarpmış oldu. Çingeneleri konu edinen okuduğum ilk kitap olduğu için haklarında oldukça fazla şey öğrenmiş oldum. Parayı bulduklarında sonradan görme davranıp asıllarını arkalarında bırakmak yerine çingene kanından gurur duyuyorlar. Oldukça değişik kuralları ve yaşam biçimleri de okudukça ilgimi çekti. Bir yandan kitap Ortaçağ Avrupa'sında yüzlerce çingenenin tutuklandığı zamana değiniyor.
Zaten Milagros'un annesi Ana'nın tutuklanmasıyla her şey daha karmaşık bir kördüğüme dönüşüyor. Caridad ve Melchor'un aşkı her ne kadar aslında tuhaf olsa da onları okumak çok güzeldi, hele de Caridad'ın yaşadıklarından sonra şefkatla tek bir erkeğe sığınması. Diğer yandan ikisi sayesinde kitapta müthiş bir alıntı ortaya çıkıyor. "Şarkı söyle, Zenci Kadın." ya da "Şarkı söyle, Çingene." cümleleri geçtikçe kitaba daha çok sarıldım. Son bölümlere kadar gözümde beğenisi hakkında tereddütlerim vardı ama son iki bölümde olanlar ve o son satırın iç yakan hisleriyle kitap tek kelimeyle mükemmeldi. Herkesin okuyabileceği bir roman olduğunu düşünmüyorum. Zaten içeriğinda kadınların yaşadıkları sayesinde belirli bir yaşın üstüne hitap ederken ayrıca okurken başlarına gelenleri sineye çekmek ve o tüm satırların o zamanlarda gerçekten yaşandığını bilmek sarısıcı oluyor. Ayrıca çok derin noktalara değinip ders çıkarılması gereken kısımları da yok değildi. Özellikle Milagros'un annesiyle son konuşmasında ailenin her şeyden önce gelmesi gerektiğini söylediği satırlar çok güzeldi. Açıkçası şunu da söylemeliyim benim çingenelere bakış açımı değiştirmemi sağlayan bir kitap oldu. Yazarın çevrilmiş diğer kitaplarını da okumayı çok istiyorum. Sırada Deniz Katedrali romanını okuyacağım ama aradan biraz zaman geçmesini bekliyorum. Diğer romanlarının da en az bunun kadar mükemmel ama yine aynı iç yakan olaylara değinip zihnimi dolduracağını tahmin edebiliyorum.
Continue reading Çıplak Ayaklı Kraliçe - Ildefonso Folcones | Kitap Yorumu
,

Serafina ve Siyah Pelerin - Robert Beatty | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Serafina ve Siyah Pelerin
Orijinal Adı: Serafina and the Black Cloak
Yazar: Robert Beatty
Yayınevi: Yabancı
Sayfa Sayısı: 328
Goodreads Puanı: 3,90/5
Benim Puanım: 4/5
Arka Sayfa;
Serafina hiçbir zaman babasının sözünden çıkıp Biltmore Evi’nin uzaklarına gitmemişti. Yaşadığı evin keşfedilecek bir sürü yeri vardı ama Serafina’nın kimse tarafından görülmemesi gerekiyordu. Yukarı katlarda yaşayan zenginlerden hiçbiri Serafina’nın varlığından haberdar değildi.
Fakat Biltmore Evi’nden çocuklar kaybolmaya başlamıştı ve sebebini bir tek Serafina biliyordu: Geceleri Biltmore’un koridorlarında siyah pelerinli bir adam dolanıyordu. Serafina, Siyah Pelerinli Adam'dan kıl payı kurtulduktan sonra Ev'in genç yeğeni Braeden Vanderbilt’le kafa kafaya verdi. Braeden ve Serafina, Siyah Pelerinli Adam’ın kim olduğunu bulmak zorundaydı… yoksa tek tek bütün çocuklar ortadan kaybolacaktı.
Çok beğendim! Okuduğum en güzel çocuk fantastik kurgularının başında gelebilir. Kitabı elime aldığım gibi bitirdim. Arada Seraphina'nın bazı şeyler üzerinde çok fazla düşünmesini uzatılmış bulsam da onun dışında elimden akıp gitti. Yazarın kitabın başında bu kadar uzun Seraphina'nın hayatını, yaşadıklarını ve özelliklerini bir anda değil, konu devam ederken araya serpiştirmesi daha güzel olabilirdi. Kitapta ilk beğenimi kazanan şey yazarın bu kadar güzel çocuk kafasıyla yazabiliyor olması oldu. Seraphina'nın kendisinde gördüğü en büyük tuhaflık olan ayak parmaklarının eksikliğini bu kadar kafaya takması, insanların bunu hissedilecek olmasını düşünmesinin tatlılığı çok hoştu. Yazarın kalemi sayesinde o yaşlardaki halime, şu anda düşündüğümde saçma olan ama o yaştayken aklımdan fıldır fıldır geçen soruları bana tekrar hatırlattı. Siyah pelerin olayının gizeminin aktarılması baya heyecanlıydı.

Ama benim kitap boyunca en çok merak ettiğim şey Seraphina'nın annesinin kim olduğuydu. Bunun için yeterli bir cevap aldığımda çok sevindim. Hayatında hiç arkadaş edinmemiş olan Seraphina'nın ilk defa bunu tatması ve babasıyla ilişkisi de çok güzeldi. Anlayacağınız sıcacık bir kitaptı. Sanki pazar günü televizyonun karşısına geçip arka planında biraz da olsa gizem içeren bir film izliyor gibi hissettim ve umarım filmi de çekilir. Seri devamında Seraphina'nın başına neler gelecek merak ediyorum. Siyah pelerinin gizeminin çözülmesi de heyecanlıydı. Kitap boyunca en çok gözüme batan şey Seraphina isminin bu kadar çok geçmesiydi. Aynı paragraf içinde bile defalarca kez okumamız beni rahatsız etti. Zaten kitabı tek bir kişinin görüş açısından okurken ismin bu kadar çok kullanılmasını gereksiz buldum. Muhtemelen kitabın orijinal yazım tarzı da öyleydi. Özellikle biraz daha yaşı küçüklerin bayılacağı bir kitap olabilir. Ama ilginizi çekiyorsa ben çok beğendiğime göre her yaşa da hitap ettiği ortada. Keyifli okumalar..
Continue reading Serafina ve Siyah Pelerin - Robert Beatty | Kitap Yorumu
,

The Rose And The Dagger - Renee Ahdieh | Kitap Yorumu

Kitap Adı: The Rose and the Dagger
Dili: İngilizce
Yazar: Renee Ahdieh
Sayfa Sayısı: 416
Goodreads Puanı: 4.2/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
The darker the sky, the brighter the stars.
In a land on the brink of war, Shahrzad is forced from the arms of her beloved husband, the Caliph of Khorasan. She once thought Khalid a monster—a merciless killer of wives, responsible for immeasurable heartache and pain—but as she unraveled his secrets, she found instead an extraordinary man and a love she could not deny. Still, a curse threatens to keep Shazi and Khalid apart forever.
Now she’s reunited with her family, who have found refuge in the desert, where a deadly force is gathering against Khalid—a force set on destroying his empire and commanded by Shazi’s spurned childhood sweetheart. Trapped between loyalties to those she loves, the only thing Shazi can do is act. Using the burgeoning magic within her as a guide, she strikes out on her own to end both this terrible curse and the brewing war once and for all. But to do it, she must evade enemies of her own to stay alive.
The saga that began with The Wrath and the Dawn takes its final turn as Shahrzad risks everything to find her way back to her one true love again.

Öyle güzeldi ki aklıma geldikçe iç çekiyorum. İlk kitabına zaten tek kelimeyle bayılmıştım ve sonu çok heyecanlı bir şekilde bitmişti. İkilinin kavuşmasından ziyade kızların şafakla beraber öldürülmesinin ardında yatan sebebin ortadan kalkması bir nevi imkansız olduğu için ikinci kitapta bu durum nasıl son bulucak diye düşünürken kendimce nihai bir sonuca bile varamıyordum. Açıkçası böylesine güzel olmasını beklemiyordum. Okuduğum yorumlar kadarıyla çoğunluk ikinci kitabı ilk kitap kadar beğenmiyor ve ben de ilk yarıya kadar kesinlikle buna katılıyordum. İlk yarıyı baya sıkılarak okudum. İkinci kitabı seveceğimi biliyordum ama olayların refaha kavuşması bakımından ilerleyip sonlara doğru kalbimizi alır diyordum.

Ama diğer yarı zaten çok güzelken bir de son yüz sayfa öyle mükemmel gitti ki kalbimi ikiye böldü. İlk kitabın sonunda ortaya çıkan uçan halı sayesinde bu kitap daha büyülü bir havada ilerledi. Fakat bu büyülü hava benim çok fazla ilgimi çekip kitaba kapılmamı sağlamadı, hatta bir an önce eski normal haliyle devam etmesini bekledim. Normalde baş kız karakteri birden fazla erkeğin sevmesiyle çok sık karşılaşmıyoruz çünkü o kadar çok olay varken asıl karakterlerin kavuşması bile imkansızlıkta yüzerken yazarlar bir de artı erkek karakter koymayı çok fazla tercih etmiyorlar, özellikle fantastik kurgu serilerinde. Ama bu kitapta Tariq sağolsun, onun Shahrzad'a aşık halleri beni öyle hüzenlendirdi ki.. İlk kitapta kendisini pek sevememiştim ama bu kitapta aşkını kanıtladıkça içim gitti. İlk kitapta Jalal ve Destina arasında geçenleri bildikten sonra ikinci kitap onlar bakımından büyük bir boşlukla başlıyor çünkü Despina kendi isteğiyle saraydan ayrılıyor.
Böyle olunca kitabın sonuna kadar hep bir yerden Despina'nın çıkmasını bekledim. Meğerse yazar bununla ilgili büyük bir şokla bizi bekliyormuş. Kurgunun kendisinin güzelliği yetmezmiş gibi şaşkınlığa uğrayacağımız bir sürpriz yapmasını hiç beklemiyordum. İkinci kitapta gözlerim dolur diyordum ama özellikle bir karakterin veda sözleri ben anlamadan yaşları yanaklarımdan sicim gibi akıttı. Kitabın sonlarına gelirsek tam her şey rayına oturmuşken yazar öyle bir şey yazdı ki o şokla kendimi sakinleştirip "olamaz" diye mırıldanıp durdum. Eğer öyle bitirseydi kesinlikle gözümde güzelliğine hançer darbeleri alırdı ama gördüğünüz üzere öyle olmadı. Lafın kısası benim gözümde mükemmel bir devam ve seri sonu kitabıydı. Kesinlikle bu kitapları okumadan okuma serüveninize son vermeyin. Khalid gibi bir karakteri okumadan bu ömrü geçirmeyin. Bol keyifli okumalar. Elveda Sayyidi..
Continue reading The Rose And The Dagger - Renee Ahdieh | Kitap Yorumu
,

Belki Başka Bir Hayatta - Taylor Jenkins Reid | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Belki Bir Başka Hayatta
Orijinal Adı: Maybe in Another Life
Yazar: Taylor Jenkins Reid
Yayınevi: Yabancı
Sayfa Sayısı: 336
Goodreads Puanı: 3,74/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Sonsuza Dek, Ayrı ve Evet, Dedikten Sonra romanlarının çoksatan yazarından kaderimizin verdiğimiz kararlara bağlı olduğunu gözler önüne seren nefes kesici bir roman. 
Gece yarısından hemen sonra en yakın arkadaşı Gabby, Hannah’ya gitmeye hazır olup olmadığını sormuştu. Kısa bir süre sonra da Ethan, eğer kalmak istiyorsa Hannah’yı daha sonra bırakabileceğini söylemişti. 
Hannah, Gabby ile giderse hayatı nasıl bir yöne gidecekti? Peki ya, Ethan ile kalırsa? 
Farklı bölümlerle eşzamanlı ilerleyen hikâyede, Hannah verdiği farklı iki kararın sonuçlarını yaşıyordu. Birbirinden tamamen farklı iki sonuç. Bu iki alternatif gerçeklik yaşanırken Belki Bir Başka Hayatta kader ve gerçek aşk ile ilgili soruları aklımıza getiriyor: Kader diye bir şey var mı? Şans, hayatımız üzerinde ne kadar etkiye sahip? Ve belki de en merak uyandıran soru: Ruh eşi diye bir şey var mı? 
Hannah olduğuna inanıyordu. Ve her iki hayatta da onu bulduğuna… Peki ya siz? 
Beklentimin çok çok daha üstünde mükemmel bir kitaptı. Yazardan ilk defa okudum ve diğer kitapları için parmaklarım kaşınıyor. Bu kitabı okurken aklımda hep düşünceler esip durdu. Başıma en ufak bir felaket geldiğinde olayların hangi adımlarla o noktaya vardığını düşünüp kaderin üzerimizdeki etkisi hakkında dalıp giden biriyim. O böyle olmasaydı bu olmazdı diye düşünüp dururum ama bu sıkıntılı düşüncelerle can sıkmaya hiç gerek yoktur çünkü yaşananlar geri alınamaz. Bu kitapta Hannah'ın bir akşam eve dönüşte karar vermesiyle kaderinde ne kadar büyük bir adım attığını görüyoruz. Yeni taşındığı şehirde ya en yakın arkadaşıyla eve dönecektir ya da eski sevgilisiyle gittikleri mekanda takılmaya devam edecektir.

Kitabın asıl kurgusu hemen önümüze seriliyor ve Hannah'ın iki seçimininin sonuçlarını da bölüm bölüm okuyoruz. Fakat Hannah'ın asıl seçimini kitabın sonuna kadar anlayamıyoruz. Ve şöyle ki; bu iki seçimi de onu o kadar farklı yerlere götürüyor ki hayatı iki türlü de tamamen değişiyor. Bunun en büyük nedeni de aslında Hannah'ın hamile olması. Bu durumun nereye varacağını Hannah'ın iki ayrı seçiminde de okuyoruz. Kitaba baştan sona bayıldım, tek kelimeyle elimden bırakamadım. İki seçiminin de kaçınılmaz sonlarla devam etmesi hangisinde neler olucak derken aralıksız okudum. Önce Ethan'ka kaldığı kaderinin devamını okumak isterken sonrasında Gabby'le kalmasını diledim. Ardından defalarca kez olayların gidişatı sonucunda tarafımı değiştirdim. Okuduğum en orijinal kurguların başında geliyor. Duygusal anlamda, aşk ve dostluğa da harika değinen bir kitaptı. Kitap boyunca o kadar çok tarçınlı çörek adı geçti ki öyle bir çöreği nasıl pişiririm diye kafamdan tarifler geçirip durdum. Anlayacağınız kesinlikle okumanızı önereceğim çok ama çok güzel bir kitaptı. Keyifli okumalar..
Continue reading Belki Başka Bir Hayatta - Taylor Jenkins Reid | Kitap Yorumu
,

Çünkü Biz Karıncayız - Shaun David Hutchinson | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Çünkü Biz Karıncayız
Orijinal Adı: We Are the Ants
Yazar: Shaun David Hutchinson
Yayınevi: Yabancı
Sayfa Sayısı: 360
Goodreads Puanı: 4,24/5
Benim Puanım: 4,5/5
Arka Sayfa;
Henry Denton’ın bildiği bazı şeyler vardı. Fakat bazı şeyleri de bil­miyordu.
Henry, annesinin aileyi bir arada tutmak için çabaladığını ve bu­nunla baş etmek için sigara ardına sigara yaktığını biliyordu. Abisinin üniversiteyi bıraktığını ve hamile bir kız arkadaşı olduğunu biliyordu. Anneannesini yavaş yavaş Alzheimer’a kaybettiğini biliyordu. Ve erkek arkadaşının geçen sene intihar ettiğini de.
Bilmediği şey ise, uzaylıların onu on üç yaşındayken neden kaçır­dığıydı. Neden hâlâ onu kaçırıp gemilerine götürdüklerini de bilmi­yordu. Dünyanın sonunun neden geldiğini veya uzaylıların ona neden büyük, kırmızı bir düğmeye basarak bunu durdurması için bir fırsat tanıdıklarını da bilmiyordu.
Fakat durum böyleydi ve karar vermesi için 144 günü kalmıştı.
Soru, Henry’nin dünyayı kurtarılmaya değer bulup bulmadığıydı. En azından gizemli bir geçmişi olan Diego Vega ile tanışana kadar öy­leydi. Diego, Henry’ye bildiği her şeyi, evrendeki yerini ve bütün bun­ların bir anlamı olup olmadığını sorgulatıyordu. Fakat Henry dünyayı kurtarmadan önce kendisini kurtarmanın bir yolunu bulmalıy­dı ve uzaylılar ona bunun için bir düğme vermemişlerdi.
Bayıldım! Gerçekten beğenildiği kadar harika bir kitaptı. Konusunu okuduğumda okumak konusunda ertelemekle ilgili kararsızdım fakat övgü dolu yorumları görünce heyecanla ben de elime aldım. Kurgusunun absürt olması ama aslında yazarın bunun hem absürt olduğunu bilerek yadırgayamacağınız bir mantık çizgisinde iletletmesi beğenimi kazanan ilk şey oldu ve bu özelliğini kitabın sonuna kadar taşıdı. Henry hem ailesiyle, hem de okulla sorunlar yaşayan klasik Amerikan gençlik filmlerinde gördüğümüz tek isteğinin insanların onu rahat bırakması olan liseli bir arkadaşımızdır.

Sümüklü uzaylılar dünyanın sonu yaklaşırken eğer bunu durdurmak istiyorsa bir butona basması gerektiğini belirtirler. Bundan sonrasında Henry'nin hayatın yaşamaya değer olup olmadığını tartmasıyla devam ediyor. Açıkçası konusunu okuduğumda o uzay gemisinde kitabın devam edeceğini sanmıştım ama aksine bu teklifin ardından Henry dünyadaki yaşamına geri gönderiliyor. Yeni tanıştığı ya da tanıdığı insanlara "Dünyanın sona ereceğini ama bunu engelleyebilecek gücünüz olduğunu bilseydiniz, yapar mıydınız?" sorusunu yönelttiği kısımlar doğrultusunda aldığı cevaplar kitabın en iyi yanlarından biriydi. Bu cevaplardan en çok hoşuma giden de Jesse'nin babasının verdiğiydi. Artık bir zamandan sonra rahatsız olduğum tek kısımsa Henry'nin bir türlü Jesse'nin intihar olayını atlatamamasıydı. Ya da belki de bu durum o kadar çok kitapta geçiyordu ki itiraf ediyorum artık darlanmadım değil.

Diego gibi biriyle tanıştıktan, Jesse'nin ondan sakladığı yanını öğrendikten sonrasında bile ona olan özlemini çok büyük bir hasretle dile getiriyor olması bence biraz uzamıştı. Bunun dışında baştan sona çok severek okudum ve gerçekten insana bir şeyleri uzun uzadıya düşündüren bir kitaptı. Son bölümleri tek kelimeyle harika ve duygu yüklüydü. Okumanızı öneririm, lgbt temalı olduğunu belirterek yorumumu sonlandırıyorum.
Continue reading Çünkü Biz Karıncayız - Shaun David Hutchinson | Kitap Yorumu
,

Karanlık Sular - Paula Hawkins | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Karanlık Sular
Orijinal Adı: İnto The Water
Yazar: Paula Hawkins
Yayınevi: İthaki
Sayfa Sayısı: 400
Goodreads Puanı: 3,55/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Yayımlandığı andan itibaren çoksatan listelerini altüst eden, pek çoklarınca yılın kitabı seçilen, son yılların en önemli gerilim romanı TRENDEKİ KIZ’ın yazarı Paula Hawkins’ten gizem dolu yepyeni bir roman!
NEFES ALMAK GİDEREK DAHA DA ZORLAŞACAK.
Ölümünden birkaç gün önce Nel yardım istemek üzere kız kardeşine telefon eder. Ancak kardeşi Jules yanıt vermez ve yardım çağrısını geri çevirir. Birkaç gün sonra Nel’in ölüm haberi gelir. Jules ise kaçtığı ve gelmemeye yemin ettiği kasabaya, geride kalan yeğenine bakmak için dönmek zorunda kalır.
Ancak Jules dehşet içerisindedir. Çok korkmuştur. Anımsamak istemediği hatıraları su yüzüne çıkarken, Nel’in intihar etmeyeceğine de giderek ikna olur. Bunların ötesinde Jules sudan korkmaktadır, özellikle de Ölüm Göleti dönen o korku verici yerden...
Yazarın Trendeki Kız kitabından sonra yeni bir kitabı çıkacağını duyunca içimi saran heyecanı anlatamam. Gerilim türü çok az okuyan biri olarak Trendeki Kız okuduğum en iyi kitaptı. Karanlık Sular ise son sayfasının son satırına kadar gözümde mükemmel bir kitaptı. Fakat yazar son satırda öyle bir cümle kurmuştu ki iki ölümden birinin tüm oyun kurgusunu tamamen değiştirdi. Kitabı bitirdiğim zaman bu oynama konusunda uzun uzun düşündüm ve hatta okuyanlarla tartışmalarım sonucunda nihayet kafamda her şeyin oturduğu bir sona varmamla kitabın da baştan sona mükemmel olduğuna karar verdim. Kitaba Nel'in yaşadığı kasabadaki Ölüm Göleti denen yerde boğularak ölü bulunmasının ardından kız kardeşi Jules'in seneler sonra doğduğu kasabaya geri dönüp yeğenine bakmasıyla başlıyor. Kitabın hemen başlarında bir sürü karakterin görüş açısından kısımlar okuyoruz. Böyle olunca kafamda kadroyu oluşturmak, kim kimin babası, kim kimin kocası diye oturtmak biraz zaman aldı. Nel'in ölümünden önce kızı olan Lena'nın en yakın arkadaşı Katie'nin de aynı gölde uçurumdan atlayarak intihar edip boğulduğunu okuyoruz.
Böyle olunca ortada iki ölüm var fakat ikisi de cinayet mi yoksa gerçekten intihar mı meçhul. Kitabın bu gerilimli tadının yanı sıra Jules'in geçmişte ablasıyla yaşadıklarını, seneler öncesine dönüp anılarını okurken Nel ile aralarındaki bu çıkmaza nasıl girdiklerini anlıyoruz. Kitap devam ettikçe bu aile dramının arka planı zaman zaman beni daha çok cezbetti. Kitabın ortalarında abla ve kızkardeş arasındaki taşlar oturduğunda senelerini boş yere kaybettikleri anlaşıldığında içime oturan hüzünle gözlerimden yaşlar dolup taştı. Hatta bir umut belki Nel kız kardeşine bununla ilgili bir mektup bırakmıştır diye bekledim ama yazar o bakımdan yüzüme gülmedi. Kitabın gerilimli havasına dönersek yazardan beklediğim gibi çok daha çetrefilli, tahminden uzak olaylar sonucunda ölümlerin meydana gelişi sonuca ulaştı. Bir yandan da yasak aşkın arka planını okuyoruz ve karakterlerin acizliğini okumak, aşkın ne kadar yakıcı ve bu kitapta geçtiği gibi öldürücü olduğunu okumak içimi yakmadı değil. Anlayacağınız her türlü hissi yaşadığım harika bir kitaptı. Yazardan işte tam olarak böyle elimden bırakamadığım, hem gerildiğim, hem gözlerimin dolduğu, hem de karakterlerin yaşadığı dramla hüzünlendiğim bir kitap bekliyordum. Yorumumun başında söylediğim gibi kitabın son satırına kadar gözümde her şeyiyle mükemmeldi fakat son cümlesiyle ölümlerden birini öyle karmaşık bir yola koydu ki böyle bitirdiğine önce inanamadım. Sonrasında kurgu üzerinden defalarca kez düşünüp, yazdığı bu sonu bazı kısımlardan hiçbir kaba sokamadım. Her şey yoluna girip tüm sonuçlar ortaya serilmişken yeni ve hiç beklenmedik bir zanlıyı ortaya çıkarmasıyla önce o son cümleyi öylesine yazdığını düşündüm. Tek bir cümleyle böylesine tüm kurguyu değiştirdikten sonra uzunca üstünde düşününce taşlar yerine oturdu. Ayrıca bu kişi hakkında hiçbir şekilde göz kırpmadığı için daha çok şaşırmamı sağladı. Beklentimi gerçekten karşıladı. Okumanızı şiddetle öneririm. Gereğinden çoklu bir anlatımı olduğu halde kadroyu aklınızda belirlediğinizde elinizden bırakamayacaksınız. Umarım çok beklemeden yazarın kaleminden nefes kesen bir romanı daha bir an önce okuruz.
Continue reading Karanlık Sular - Paula Hawkins | Kitap Yorumu
, ,

Lord of Shadows - Cassandra Clare | Kitap Yorumu


Kitap Adı: Lord of Shadows (The Dark Artifices #2)
Dili: İngilizce
Yazar: Cassandra Clare
Sayfa Sayısı: 701
Goodreads Puanı: 4,58/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
A Shadowhunter’s life is bound by duty. Constrained by honor. The word of a Shadowhunter is a solemn pledge, and no vow is more sacred than the vow that binds parabatai, warrior partners—sworn to fight together, die together, but never to fall in love.
Emma Carstairs has learned that the love she shares with her parabatai, Julian Blackthorn, isn’t just forbidden—it could destroy them both. She knows she should run from Julian. But how can she when the Blackthorns are threatened by enemies on all sides?
Their only hope is the Black Volume of the Dead, a spell book of terrible power. Everyone wants it. Only the Blackthorns can find it. Spurred on by a dark bargain with the Seelie Queen, Emma; her best friend, Cristina; and Mark and Julian Blackthorn journey into the Courts of Faerie, where glittering revels hide bloody danger and no promise can be trusted. Meanwhile, rising tension between Shadowhunters and Downworlders has produced the Cohort, an extremist group of Shadowhunters dedicated to registering Downworlders and “unsuitable” Nephilim. They’ll do anything in their power to expose Julian’s secrets and take the Los Angeles Institute for their own.
When Downworlders turn against the Clave, a new threat rises in the form of the Lord of Shadows—the Unseelie King, who sends his greatest warriors to slaughter those with Blackthorn blood and seize the Black Volume. As dangers close in, Julian devises a risky scheme that depends on the cooperation of an unpredictable enemy. But success may come with a price he and Emma cannot even imagine, one that will bring with it a reckoning of blood that could have repercussions for everyone and everything they hold dear.
 
Gölge avcıları dünyasında geçen yazarın tüm kitaplarını okuyan biri olarak Geceyarısı Leydisi, Karanlık Sanatlar serisinin ilk kitabı olmasına rağmen tek kelimeyle mükemmeldi. Serinin başlangıcında karakterlere öyle bağlanıp, gölge avcıları dünyasında yazarın her kitabında geçen parabatai bağlantısını farklı bir şekilde konu edilmesini  böyle imkansızken ilk kitap bitince öyle canımızı yakmıştı ki tüm okurlar olarak bir sene nasıl bekleyeceğiz diyerek kara düşüncelere boğulduk. Özellikle de sonunun vurucu bölümü sayesinde ikinci kitap için deli gibi bekliyordum. Seri olan kitaplarda ilk kitabı çok beğenip ikinciyi bir tık daha az beğenme durumu bende çok fazla oluyor ama bu seride öyle bir şeyin olacağına hiç ihtimal yormuyordum. O yüzden aynı beğeni hissiyatı ve beklentisiyle ikinci kitabı elime aldım. Öncelikle fantastik bir dünyada geçtiği için orijinal dilinde yazarı ilk defa tamamıyla okuyacağımdan elime aldığımda içimde doğan bir tereddüt vardı fakat özellikle kitapları çok fazla replik barındırdığı için beklediğimin aksine hiç zorlanmadan tüm kitabı okuyor olmam çok sevindirdi beni. İlk önce şunu belirtmem gerekiyor; baştan sona harika bir kitaptı.
Ancak ilk kitaptan sonra aylardır beklediğim ikinci kitap beklentisini ufaktan içimde ukte bıraktı. İlk kitabı hala daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Bunun başlıca en büyük nedeni ilk kitabın sonundan sonra asıl konu olan Emma ve Julian arasındaki parabatai engeline daha çok odaklanmasını, hatta bu imkansız çıkmazla ilgili daha çok canımızı yakıp, gözlerimizi şokla irileştirecek bir patlak bekliyordum. Ama bunun yerine kitapta da çok fazla karakter olduğu için ve yazar sırasıyla her birine değindiğinde fazlasıyla olay okuduk ve bunların çoğu da yayılarak anlatılmıştı. Değindiğim kısımdan içimde bir eksiklik kaldı. Bir diğer eleştirebileceğim kısımsa Cristina ve Mark'ın arasında devam eden bu yakınlaşmanın bu kadar gergin geçmesiydi. Aralarına Kieran'ın girmesi büyük bir engel oluşturuyor fakat Mark ve Cristina da hislerinden eminken, Kieran'ın aslında olayların arka planında geçersiz eleman olduğunu ikisi de bilirken Mark'ın hislerini itiraf etmeyi bu kadar uzatması canımı sıktı. Fakat ilk kitapla beraber yavaştan sevdiğim Cristina'ya bu kitapta bayıldım. Mark ve arasında geçen o büyü faslını okuduğum gibi içim eridi. Gözümde son eksik kısım da Julian, Emma ve Mark üçlüsünün biraz erken refaha kavuşmasıydı. Evet, Julian'dan beklediğimiz tepkiyi görerek kalbimiz parçalara bölündü.
Fakat Emma ve Mark'ın bunu baya uzun tutmasını beklemiştim ve aynı şekilde bu çakma ilişkinin de bu kadar basit söndürülmemesini. Yani genel olarak şunu söylemeliyim ki; kitabı bitirdiğimde bir türlü içimden tam puan vermek gelmedi. Bu bahsettiğim kısımlar kitap boyunca benim gözüme çok battı. Karakterleri ne kadar çok sevsem ve konu akışına aşık olsam da hele de parabatai olayının bu kitapta beklediğim kadar şiddetli işlenmemesine haliyle üzüldüm. Fakat sonrasında uzun uzun düşününce gönlümün en ufak bir puan kıramayacağını da aynı şiddetle fark ettim. Kitabın sonlarına gelirsek o son on beş sayfayı böyle gözlerim iri iri, suratımda garip bir ifadeyle bir diğer paragrafa geçerken derin nefes alarak okudum. Kesinlikle böyle bir son beklemiyordum ve yazar kalbimizi parçalamayı öyle mükemmel bir şekilde biliyor ki sanki olayın gerçekleşmesi yeterince canımızı yakmamış gibi son satırlara eklediği geçmişten ünlü bir cümleyle dolduğu halde ısrarla akmayan gözyaşlarımı şakır şakır akıttı. Çok kalın olduğu için aşırı dolu dolu bir kitaptı, zerre sıkılmadım ve her seferinde okumak için elime şevkle aldım.
Kit ve Ty'a da çok fazla ayrılmış bir kitaptı. Unlisee King ile Annabel'in geçtiği bölümler ayrı heyecanlıydı. Üçüncü kitapla seriye veda ettiğimiz için bizi çok fazla şey bekliyor ama şunu da söylemeliyim. İlk kitap bittiğinde ikinci için bir sene bekledik ve baya sabırsızlanmıştım fakat üçüncü kitap için her ne kadar heyecanlıysam da beklediğim şeyler gerçekleşmediği için Emma ve Julian arasında ne olur, ne olmaz diye kurup kendimi heyecana sokamıyorum. Yalnızca bizi nasıl bir yasın beklediğini düşünerek yüzümde hüzünlü bir ifadeyle acı acı iç çekiyorum. Ayrıca bu kitapla beraber yazarın yazdığı kitapların hepsini sırasıyla okumanız gerektiğini şiddetle not düşüyorum. Aksi halde kendi serilerinde ana karakter olup, diğer serilerde yan karakter olan ana kadromuzun değerini anlayamazsınız. Ölümcül Oyuncaklar serisinin okumasaydınız bu kitapta Magnus ve Alec'in olayların gidişatı konusunda üzerlerine ne kadar büyük rol düştüğünü anlayamazsınız. Unutmadan bu kitapta Jace ve Clary'le ilgili çok önemli bir bölüm okuduk. Onların serisi bitmişken sürekli Emma ve Julian'a yardım ettikleri için aslında onlara ayrılan hikaye kısmının bitmediğini görüyoruz. Hatta büyük bir heyecan içinde üçüncü kitapta aşkları nereye varacak diye merakla okumayı bekliyorum. İlk kitapta zaten Julian'ın aile kavramına aşık olmuştuk ama inanın bu kitapta o sevgi bağı kat be kat artıyor. Ayrıca ilk kitabın sonunda Mark'dan aşırı hoşlanmazken bu kitapta bir yerden sonra Julian ve Emma'dan çok Cristina ve Mark'ı okumak istiyorsunuz. Üçüncü kitabın yorumuyla seneler sonra görüşürüz. Türkçe'ye çevrilmeden okuyabilenlere ne mutlu, umarım yayınevi çok bekletmez. Bol heyecanlı okumalar!
Continue reading Lord of Shadows - Cassandra Clare | Kitap Yorumu
,

Asi Yürek - Moira Young | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Asi Yürek
Orijinal Adı: Rebel Heart (Dust Lands #2)
Yazar: Moira Young
Yayınevi: Ephesus
Sayfa Sayısı: 416
Goodreads Puanı: 3.89/5
Benim Puanım: 4/5
Arka Sayfa;
Saba arkadaşlarının da yardımıyla Tontonları yenişinin ve kaçırılan erkek kardeşi Lugh’un kurtuluşunun ardından dünyasının normale döneceğini düşünmektedir. Fakat zorlu bir düşman yükseliştedir ve Saba’nın başına bir ödül koymuştur. Çünkü genç kız sadece Lugh’u kurtarmakla kalmamış, aynı zamanda acımasız bir tiranı da alt etmiştir. Tabii her zaferin korkunç bir de bedeli vardır…
Bu süreçte Saba en çok Jack’e, onun ay ışığı gözlerine, hoyrat kalbine gereksinim duyar. Ancak Jack uzaklardadır. Üstelik Saba’nın Jack’e bir daha asla güvenmemesi gerektiğine dair haberler de genç kıza ulaşır. İhanete uğradığını düşünen Saba, hayatta kalmak ve gerçeği ortaya çıkarmak için yine var gücüyle mücadele etmek durumundadır.

Kitabın sonları çok iyiydi hatta ilk yarıda sıkıldığım kadarının üzerini örtecek kadar elimde bırakmadan okudum. Fakat ilk yarı zaten Jack'in yokluğunun yanında bir de Saba'nın hayal ile gerçek arasında yaşamasıyla karmakarışıklığıyla gitgide canımı sıkan bir havada ilerledi. İkinci kitapta hikayeye DeMalo karakteri daha bir başrol edasıyla dahil oluyor. Bu sırada Jack'in Tonton birliğine katılması büyük bir olay olurken, Saba'nın bunun aksini hiç düşünmemesi, bir kere bile belki de onları korumak için Jack'in bu birliğe adım attığını aklından geçirmemesi oldukça saçma ve sinir bozucuydu. DeMalo ile aralarında geçenlerin bu kadar hızlı bir şekilde yaşanması da gözüme batan bir diğer kısım oldu. Bunun haricinde Jack'in gerçekten neler sakladığı, DeMalo arasında geçenlerin heyecanı ve Saba'nın ardında bıraktığı kişilerin acısını çekmesiyle birlikte ikinci kitabı da ilki kadar çok beğendim. İkisi arasında seçim yapmam gerekirse kesinlikle oyum Jack'den yana. Aynı puanı versem de ilk kitabın beğenisinin gözümde daha yüksek olduğunu belirtmeliyim. Umarım olayların nihayete kavuşacağı üçüncü kitap seride en çok beğendiğim olur. İkinci kitabın sonundan sonra ihanetin bedeli neler olacak, Jack ve Saba gerçekten kavuşup rahat nefes alabilecekler mi göreceğiz..

Continue reading Asi Yürek - Moira Young | Kitap Yorumu
,

Kan Kırmızı Yol - Moira Young | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Kan Kırmızı Yol (Toz Diyarları #1)
Orijinal Adı: Red Blood Road (Dust Lands #1)
Yazar: Moira Young
Yayınevi: Ephesus
Sayfa Sayısı: 448
Goodreads Puanı: 3,94/5
Benim Puanım: 4/5
Arka Sayfa;
Saba kum fırtınaları tarafından harap edilmiş çorak bir diyarda yaşamaktadır. Çok sevdiği ikizi Lugh kaçırılınca gözü pek Jack ve Özgür Şahinler’le birlik olup Lugh’u aramaya koyulur.
İkizi Lugh’u bulmak için pek çok güçlükle savaşmak durumunda kalan genç kız, zekası ve iradesiyle tüm zorlukların üstesinden gelmeye, düşmanlarını yenmeye çalışır. Üstelik bu süreçte hem mücadelelerinde yenilmez biri olduğunu hem de aşkı ve dostluğu keşfeder.
Heyecan ve aksiyonun bir an olsun hız kesmediği Kan Kırmızı Yol soluksuz okunacak bir roman.
Uzun zamandır okumak istediğim bir seriydi ve hakkında yapılan geniş çaplı yorumları okuduğumda da baya beğenildiğini görünce nihayet ilk kitabını elime alabildim. Kurgusu tahmin ettiğim gibi sıradanlığın dışında oldukça ilgili çekiciydi. Çölde geçmesi sayesinde tarihi bir havası varken, bunun yanı sıra aslında uçakların bile olduğu elektroniğin okuduğumuz kadarıyla az çok hakim olduğu bir dünyaya ait olan hikayede bu ikisinin arasında gidip gelmesi mantıklı bir şekilde ilerledi. Sadece gelişmiş bir diyara benzerken hala kral ile hükmedilmesi hafiften tuhaf kaçmış geldi gözüme.
İkizlerin birbirinden ayrılması ve ardından yaşadıkları zorluklara, bu süreç içerisinde Saba'nın ikiz erkek kardeşini bulmak için katlandıklarını, tanıştığı yeni insanların ona katılmasıyla uzun bir macera okuyoruz. Kitapta beğenimi kazanan ilk şey Emmi ile Saba'nın arasındaki soğukluktu. Saba'nın ona karşı tavırları, bir başlarına kaldıklarında el mahkum birbirlerine daha çok sığınırken aralarında oluşan sıcaklık derken ikiliye bayıldım. İlerisinde özellikle Saba dövüşçü olmaya zorlandığında kitap daha heyecanlı bir hal aldı. Ama en büyük heyecanlı kısmı da seriye Jack'in katılmasıyla oldu. Baştan sona çok beğenerek okudum. Sıradaki kitapların da ilki kadar dolu dolu olması dileğiyle, ikinci kitabın yorumuyla görüşmek üzere..
Continue reading Kan Kırmızı Yol - Moira Young | Kitap Yorumu