29 Şubat 2016

, ,

Senden Sonra (Senden Önce Ben #2) - Jojo Moyes | Kitap Yorumu

Kitap Adı: After You (Me Before You #2)
Yazar: Jojo Moyes
Sayfa Sayısı: 384
Çıkış Tarihi: Eylül 2015
Goodreads Puanı: 3.73/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;

How do you move on after losing the person you loved? How do you build a life worth living?
Louisa Clark is no longer just an ordinary girl living an ordinary life. After the transformative six months spent with Will Traynor, she is struggling without him. When an extraordinary accident forces Lou to return home to her family, she can’t help but feel she’s right back where she started.
Her body heals, but Lou herself knows that she needs to be kick-started back to life. Which is how she ends up in a church basement with the members of the Moving On support group, who share insights, laughter, frustrations, and terrible cookies. They will also lead her to the strong, capable Sam Fielding—the paramedic, whose business is life and death, and the one man who might be able to understand her. Then a figure from Will’s past appears and hijacks all her plans, propelling her into a very different future. . 
For Lou Clark, life after Will Traynor means learning to fall in love again, with all the risks that brings. But here Jojo Moyes gives us two families, as real as our own, whose joys and sorrows will touch you deeply, and where both changes and surprises await.
Bilin bakalım ne okudum! Jojo Moyes'in iki kitabını üst üste okumaya hiç niyetli değildim ama After You'yu öylesine göz atmak için telefonuma indirmiştim aylar önce. Geçenlerde bir telefonumdan kitaba bakayım dedim ki baktım satırları şakır şakır okuyorum daha fazla bekletmeye gerek yok dedim. Jojo Moyes'in kitaplarını İngilizce okumak konusunda kararsızdım ama bundan sonra yeni çıkan kitaplarını önce İngilizce takip edeceğim. Senden Önce Ben kitabını okumayan yoktur sanırım. O harika -şaka yapıyorum tabii ki- sonundan sonra ikinci bir kitabın çıkacağını duyunca sevinen bir ben olamam. Lou'yu öyle özlemişim ki! Kitaba dair spoiler vermemeye özen göstererek sizler için güzelce yorumumu gireceğim.
"You didn't give me a bloody life, did you? Not really. You just smashed up my old one. Smashed it into little pieces. What am I meant to do with what's left? When is it going to feel -' I stretch out my arms, felling the cool night air against my skin, and realize I am crying again. 'Fuck you, Will,' I whisper. 'Fuck you for leaving me.'
İlk kitabı okumayanlar bir zahmet bu yazıyı okumasınlar çünkü ilk kitaptan ağır spoiler vermeden bu kitabın yorumunu giremem. O nedenle -ilk kitabı okumayanlar için ağır spoiler- diyerek kitabın başlarında bizim merhumun ölümünden sonra Lou'nun yaşadıklarına şahit oluyoruz. Aslında Lou'nun bu kadar kendini vermesi ve hayattan soğuyup hiçbir şeyden zevk alamayıp sürekli Will'i özleyip durması beni öfkelenirdi. Lou'yu kollarından tutup artık o gitti diye sarsmak istedim ki ablası sağolsun arada bir onu silkeledi. İkinci kitabın başlangıcı harika bir giriş olmamıştı bence. Hatta ilk yüz sayfa bana sorarsanız sıkıcıydı. Fakat sonradan saçma bulduğum bir olay kitaba dahil olunca satırlar ilerledikçe o olay gitgide hoşuma gitmeye başladı.
Elbette yeni karakterler girdi ki bir tanesi var ki kitabın ana karakteri olacak kadar güçlü bir karakterdi. Erkek değildi, yanlış anlaşılmasın. Lou'nun tat alamadığı bu hayatta arada isyanlara bürünüp Will'e seslenmesi de biraz sinir bozucu geldi bana. İkinci kitabı okumakla beraber Will'in ne kadar doğru bir karar verdiğini görüyorsunuz. Tabii ki asıl olaydan bahsetmiyorum, Lou'ya karşı olan hislerine galip gelmemesinden bahsediyorum. Ayy böyle üstü kapalı konuşucam diye içim bayıldı resmen yalnız.
Kitap ilk yarıya varmadan çok güzelleşti. Sadece Lou'nun birine aşık olmasını değil, artık ondan başka şeyler beklemeye de başlıyorsunuz okurken. Kitapta geçen bazı satırlar vardı ki beni saf saf sırıttırdı. Yine çok dokunaklı bir kitaptı. Hele de son bölüm mükemmeldi. O son bölümü bir ara tekrar okumaya niyetliyim. Sonuçta Lou biraz nefes aldı. Bakmayın gıcık oluyorum falan ama Lou karakterini çok seviyorum. Bu kitapla da ne kadar harika bir insan olduğunu kanıtlıyor. O yardımsever düşünceli hallerini bir okusanız bayılırsınız yine.
You never know what will happen when you fall from a great height.
After You, Pegasus yayınları tarafından güya Mart ayında basılacaktı ama hala ses seda yok. Ben de dayanamayıp okudum. Artık bastıklarında satın alıp kitaplığıma eklerim. After You'da ağlamadım ama son bölümde fena gözlerim doldu. O yeni katılan karakterin tatlılığı, samimiyetine öyle hayran kaldım ki önce sırf bir kitap daha yazmak için mi böyle bir konu eklemiş yazar, diye düşündüm ama sonrasında iyi ki eklemiş dedim. Kitaptaki diğer karakterlerle sürpriz olduğu gibi ben de şaşırdım. Ayrıca birinci kitabın sonundan sonra sadece Lou'ya değil, Will'in ailesine neler olduğunu da öğreniyoruz. Will'in annesine ilk kitapta ısınamamışken burada çok daha sevdim.
İngilizcesi de çok kolay bir kitaptı. Çok az sözlüğe baktım ve çok kısa süre içinde okudum. Bugün dördüncü bölümden itibaren başlayıp çok az ara vererek bu yazıyı yazmaya başlamadan önce bitirdim kitabı. Yazarın anlatımında beni sıkan tek şey bazı kelimeleri günlük hayattan değil de daha kullanılmayan manalarıyla yazmış olmasaydı. Bildiğim kelimenin eş anlamlısını baktırıp durdu bana. Onun dışında tahmin ettiğimden daha akıcı bir İngilizcesi vardı. O yüzden okumanızı kesinlikle öneririm. Kitabı merak edenler sakın gidip İngilizcesini D&R'dan falan satın alıp 50 lira ödemeyin. Ebook olarak benim yaptığım gibi okuyun. İkinci kitapta aşk var mı diye merak ediyorsanız; EVET VAR!
'Lou, I don't know what will happen. Nobody ever does. You can set our one morning and step in front of a motorbike and your whole life can change. You can go to work on a routine job and get shot by a teenager who thinks that's what it takes to be a man. You can. Or you can go to visit a bloke wearing a nightie in a hospital bed and get the best job offer you can imagine. That's life. We don't know what will happen. Which is why we have to take our chances while we can. And... I think this might be yours.'
Kitabın sonu hakkında da ufak bir yorumum olacak. Bence daha çarpıcı ve keskin bir sonu olabilirdi. Ya da sırf kitap bitti diye beni ağlatabilecek bir son ama daha sade bir sonu var tercih etmiş yazar. Öyle ki üçüncü kitabı bile çıkarabilir. Çünkü hala Lou'nun hayatını sürdürme şekli hakkında soru işaretleri kaldı aklımda. Onun dışında hiçbir şikayetim yok. Beklentilerimi genel olarak baya baya karşıladı. Bana sorarsanız harika bir kitaptı. Google'da aradım ama After You yorumunu bulamadım. İlk defa yorumlamanın verdiği mutluluğu bilemezsiniz! İster çevrilince okuyun, ister şimdi okuyun ama içinizden geliyorsa kesin okuyun :) Kitabı bitirdiğinizde "You never know what will happen when you silently towards my bedroom." satırlarını da unutmayın sakın.
Continue reading Senden Sonra (Senden Önce Ben #2) - Jojo Moyes | Kitap Yorumu

28 Şubat 2016

#MİM / Kişisel Blog Yazarları Ne Düşünüyor?


Kore Fenomeni bu yazısında beni mimlemiş. Birkaç gündür bu mime yazanları görünce üzerinden okumuştum ve ben de girmek istiyordum. Sağ olsun kore fenomeni de beni miminde es geçmemiş. Aslında hafif bir uykum var ama bir kaç gündür günlerimi çok boş geçiriyorum. O yüzden inatla laptopun başında duruyorum şu anda. Aslında birevkızı beni önceden bir mime mimlemişti. Onu da yarın girmeye niyetliyim. Fotoğrafta gördüğünüz yer de benim laptopu kullanmayı en çok sevdiğim yer. Oraya mıhlanıp akşama kadar oturuyorum bazen. O halde sorulara başlıyorum..
1. Yakın çevrenizdeki insanlara blogunuzdan söz ediyor musunuz?

Açıkçası hayır. Çok yakın arkadaşlarım bile blogum olduğunu bilmiyor. Ben girerken "ne yazıyorsun" diye sorsalar blogum var derim ama öyle bloguma girip merakla takip edecek arkadaşlarım yok. Oysa benim bir arkadaşım blog yazsa stalker gibi takip ederdim her yazısını. Fark ettiyseniz arada ailemden falan da bahsediyorum ama kız kardeşim buraya girip okusa rahatsız olurum. Burada biraz daha özgür olmaya çalışıyorum. Çoğu zaman fazla kişisel bilgilerimi paylaşmıyorum ama yine de başımdan bir olay geçse çekinmeden burada içimi döküyorum. Hiçbir arkadaşıma benim blogum var dediğim olmadı. Arada erkek kuzenlerim beni blogumla ilgilenirken yakalayınca hemen sayfayı değiştiriyorum. Sonuçta verdikleri tepki belli olmuyor. Bazıları burun kıvırıp dalga bile geçebiliyor. Ama bir erkek kuzenim var ki ne yapsam benimle gurur duyuyor. Ona da sevgilerimi yolluyorum buradan.

2. Neden blog yazıyorsunuz?

3 yıl önce blog yazmaya başladığımda bu soruyu ciddi anlamda kendime sormadım. Sadece içimden gelenleri insanlarla paylaşmak istedim sanırım. Şimdi sorarsanız bir sürü nedeni var. Belirttiğim düşüncelerim akabinde insanlardan görüşler alıyorum. Sevdiğim şeyler konusunda benimle ortak çıkan ya da sevdiğim şeyleri beğenmeyip farklı fikirlerini belirtip beni de farklı düşündürmeye şevk eden düşüncelere dalıyorum. Her türlü blog yazıyorum çünkü bu mecrayı çok seviyorum.

3. İlk yazınız ile son yazınız arasında nasıl bir fark var?

O zamandan bu yana biraz daha olgunlaşıp ve karakterimi oturtmuşumdur. Belki okunduğunda daha hoşa giden bir betimlemeyle yazmaya başlamışımdır artık. Tabii ki fark daha büyük bir bakımdan. Sonuçta ilk başlarda sadece kendi çapımda yazıyordum. Şimdi yazdığım yazılar bir takım kişiler tarafından okunup yorum alıyor. Bu yüzden biraz daha tutarlı şeyler yazmaya özen gösteriyorum. Boş boş değil de birilerine bir şeyler katabilecek, birilerinin işine yarayabilecek bir şeyler yazmaya çalışıyorum.

4. Blog yazmak normal yaşantınıza ne kattı?

Tek kelimeyle heyecan kattı. Mailim geldiğinde o bildirim sesini duymakla suratıma yayılan şapşal tebessümü bir görseniz! Yorumların bana verdiği mutluluğu, tıklanma sayısısıyla sırıtan Betül'ü görmelisiniz! :D Onun haricinde yeni insanlar tanımış oldum. Başka görüş açıları edinmiş oldum. Benimle aynı fikirleri paylaşan insanlar keşfetmiş oldum ve blogumda özenle olmaya çalışmamın takdir edilmesiyle mutluluk hormonlarıyla dolmam da ayrı bir katkı elbette. Sonuç olarak blog yazmak artık hayatımın bir parçası. Yaşadığım özel ve güzel anları burada paylaşmak, sizlerin önerisine sunmayı severek yapıyorum.

5.Yakın arkadaşlarınıza blog yazmalarını önerir misiniz?

Öneririm elbette ama beni dinlerler mi emin değilim. Arkadaş kitlem geniş sayılır ama aralarından bloga değer verip bu kadar vakit ayırabilecek nadir kişi vardır. Yine de bir yerlere herhangi bir şey hakkında fikirlerini belirtip içini dökmek bile güzeldir zannımca.

6.Hangi kaynaklardan ilham alıyorsunuz?

Kendim hakkımda bir şeyler yazmak istiyorsam günlük hayatımdaki olaylardan ilham alıyorum elbette. Kitap yorumları konusunda önce bu işin ehli olan bloggerları dikkatle inceledim. Daha sonra ne kadar özenirsem o kadar beğenileceğini anladığım için kitap yorumlarımın üzerine düşmeye dikkat etmeye başladım. Her ne kadar aylardır uğramıyor olsam da mutfakta yaptığım şeyler konusunda İnstagram'dan ilham alıyorum. Oradaki sunum tarzlarını ve tariflere karşılık yorumları takip ediyorum.

7.Diğer blog sahipleri ile iyi iletişim kuruyor musunuz?

Sanırım iyi iletişim kurabiliyorum. Şu ana kadar blogger aleminde zıt gittiğim kimse olmadı ve umarım da olmaz. Burada kötü niyetli insanların bulunduğunu da zannetmiyorum. Sadece bazen görüş ayrılıkları farklı olabileceğinden yanlış anlaşılmalar doğabilir elbette. Bu konuda diğer görüşlere de saygı duyduğum için sorun yaşamayacağımı umuyorum.

8.Şikayetçi olduğunuz konular var mı?

Sanırım mevcut. Şöyle ki; her zaman kendime insanları küçük görmeyeceğime ve bana zaman ayırıp yardım isteyen bir kimseye mümkün olduğu sürece geri dönebileceğimi söylerim. Bazen blog yazarları yapılan yorumlara umarsızca cevap yazmıyor. İnsan tatlı sözle bir karşılık bekliyor yorumuna. Ya da soru sorduğunda herhangi bir cevap almayı. Böyle olunca yazılarını okumak konusunda da soğukluk yaşıyorum. Blogumu takip eden herkese linklerini bulabildiğim sürece geri takip ediyorum. Benim hiç ilgi alanım olmasa bile farklı şeyler kapabileceğimi düşündüğüm için hemen takibe alıyorum. Sadece bu değil. Aynı konular hakkında yazdığımız halde geri dönüş alamadığım bloglar oluyor. Bir de bazı g + kullanıcıları beni takip ediyor ama isimlerini özel olarak arattığım halde belki de blogları olduğu halde onlara geri dönüş yapamıyorum. Bir bağlantı verip işimizi kolaylaştırırsanız çok sevinirim :)

Son olarak da mimleyeceğim isimlere gelirsek de severek takip ettiğim bloggerlar; mimlendiniz! (Link ekleyemedi çünkü üşengeçlikten öldü)

Rapunzel'in Kulesinden
Bir Otakunun Dünyası
Tuğçe Yüksel
Gözde'nin Blog Günlüğü
Kağıt Salıncak
Gözde Türker
Queechan
Kitap Avcısı
Bize Her Yer Okul
Kalem Fili
birevkızı
Kanadı Kırık Kırlangıç
Fatma Başar
Continue reading #MİM / Kişisel Blog Yazarları Ne Düşünüyor?

Ağladığım Kitaplar

Herkese iyi akşamlar! Şu yazıyı bir ara yazmayı o kadar çok istiyordum ki sonunda kısmet oldu. Şubat ayında okuyacağım kitapların bitmesini bekliyordum. Bu gördüğünüz kitaplar kitaplığımda olup okurken ağladıklarım. Bir de bunların iki katı kadar olan e-kitap olarak okuduklarım var. Bu listede bulunan kitapların hepsi geçen yaz itibariyle okuduğum 264 kitabın arasından duygusallıktan ağladıklarım. O halde listeme başlıyorum!

Acaba bu kitabı bitirip de son sayfalarında boğazı düğümlenmeyen var mıdır? Sanırım yoktur. Zaten duygusal bir insan olduğum için Şeker Portakalı beni sadece son sayfada değil Zeze'nin babasıyla arasında geçen birkaç sahnede ağlatmaya başlatmış son sayfaya geldiğimde gözyaşları yanaklarımda kapışmaya başlamıştı.
İçinde Aşk Saklı - Judith Mcnaught
Judith Mcnaught historical tarzına gömülmüşken beklentilerim yüzünden beklettiğim ve sonunda çok severek okuduğum harika bir yazar. İçinde Aşk Saklı kitabı beni neden ağlatmıştı hatırlamıyorum açıkçası. Bu kitabı bir daha gözden geçireceğim. Kitap listemde yanına ağladım diye işaretlemişim. Genel olarak düşündüğümde dibine kadar mükemmel bir aşk romanıydı. Karakterleri, diyalogları ve derin aşklarını unutamıyorum.




Düşler Krallığı - Judith Mcnaught
Ah bu kitap var ya bu kitap! Bir günde bitirip bitirdikten sonra oturup ağlamıştım sanırım. O iki karakteri de unutamıyorum. İkisinin aşkını tekrar tekrar okusam doyamam sanırım. Beni ağlatan kız karakterinin nefreti olmuştu. Hem de nasıl ağlamıştım ama! Historical türünde bestlerimden biridir kesinlikle.
Çirkin Aşk - Colleen Hoover
Sizi bilmem ama ben bu kitapta çok fena ağladım. Böyle gözlerim şişti resmen. Öyle dokundu ki bana. Bakmayın cinsellik yönünde tanındığına. Erkek karakter beni böğüre böğüre ağlattı. Başına gelenler ve aşka olan nefretinin asıl sebebi beni çok fena ağlatmıştı. Sanırım bu kitaba benim kadar ağlayan çok nadirdir. Bazı yorumlardan sonra abarttığımı düşünsem mi desem de kendimi reddediyorum. Bu kitap kesinlikle mükemmel!
Umutsuz - Colleen Hoover
Yine Colleen Hoover'in kaleminden çıkan bu kitap Çirkin Aşk kadar olmasa da yine ağlamamı sağlamıştı. Kitabın sonunda geçen olaylar silsilesi ve gerçeklerin ortaya çıkması beni ağlatmayı başarmıştı.
Kördüğüm - Calia Read
Bu kitabı henüz okumadıysanız kesinlikle okuyun ama sakın ucundan bile spoiler yemeyin. Hele de sakın kitabın son sayfalarına göz gezdireyim demeyim. Yine sonu beni ağlatan bir kitaptı. Bazıları düşük puanlar veriyor. Ama renkler ve zevkler tartışılmaz. Bana sorarsanız harika bir kitaptı.
Julia Quinn - Son Söz Aşkın
Bu kitaba tam puan vermiştim. Sophie karakteri beni ağlatmıştı. Başına gelenler ve her zaman kendini küçük görmesi içimi yakmıştı resmen. Julia Quinn'in bu serini sırasına göre okudum ama serideki diğer kitaplar beni bunun kadar etkileyip tam puan kapamadı.
Tatlı Tuzak - Rita Hunter
Ben bu kitapla resmen aşk yaşıyorum. Hatta biraz psikopat bir şekilde. Ne zaman üst üste kötü historical aşk romanı okusam Tatlı Tuzak'a şöyle bir üstünden bakıcam deyip kitabın diğer yarısını baştan sona bir oturuşta okurum ve her seferinde sonlara doğru Elisha'nın başına gelenler boğazımı düğümler. Connor'un Elisha'yı zamanla içine çeke çeke sevmesine hayran kaldığım, karakterlerle aşk yaşadığım bir kitaptır. Aşk konusunda karakterler arasındaki derin nefrete bayılırım. Bu kitapta erkeğin kızı süründürdüğü içimin ezilip beni hayran bırakan bir kitaptı.
Bu kitap kitaplığımdan okuduğum ilk kitaplardan biriydi. Beni fazla ağlatmasa da çocuk karakterlerden birinin yazmış olduğu bir blog yazısı vardı ki orayı okurken çok fena gözlerim dolmuştu. Kitaptaki samimiyet, Jojo Moyes'in harika vurgularıyla favorilerimden biridir.
Bu kitap da beni baya ağlatmıştı. Öyle ki sonlara doğru bir ağlamayı durdur da satırları oku demiştim kendime. Beğenmeyen varsa saygı duyuyorum ama benim ayıla bayıla okuduğum bir aşk romanıydı. Sonunda da ufak bir ters köşe yapmıştı.
Eğer Yaşarsam ve Sen Gittiğinde'yi aynı gün içinde bitirmiştim. Eğer Yaşarsam kitabı ağır dram olduğu halde beni ağlatan büyük babasıyla sevgilisinin Mia ile konuşmasıydı.
Bu kitabı çok beğenip bir günde bitirmiştim. Genel olarak harikaydı ama son yüz sayfada biraz karıştırdılar olayları. Onun dışında kitapta meydana gelen bol spoilerli bir olay beni ağlatmaya yetmişti.
Bu kitabı ne kadar sevdiğimi tartışmayalım isterseniz :D Bu kitapta ne ağlamıştım ne ağlamıştım. Kitabın her bir yanı duygusaldı ama son sayfalarda üç dört kelimeden oluşan bir cümle vardı ki beni yıktı resmen. O satırları okuduğumda nasıl ağlamaya başladığımı unutamıyorum.
Biri bana şu seride ağlayacaksın dese yüzüne gülerdim ama dördüncü kitapta öyle böyle ağlamadım. Gerçekten kitap boyunca anca yüz sayfada susmuşumdur. Sonunda bitti diye ağladım. Tessa üzüldü ona ağladım, Hardin üzüldü ona ağladım. Başıma ağrılar girdi. O kadar mükemmeldi ki ağla ağla doyamadım. Kitap yorumunu bloguma girerken bile gözlerim dolup durmuştu.
Siz bu kitaba distopya demişsiniz ama bu resmen dram! Beni sadece elli sayfayla ağlatabilen tek kitap budur! Umarım tek kalıp gönlümün tacını elinde tutar. Bu kitapta nasıl ağladım nasıl. Öyle ki zırt pırt bazı olaylar aklıma gelip gözlerimin dolmasına izin vermiştim.
Bu kitapta da çok fena ağladım çünkü ilk kitapta gerçekleşen bir olayı bu kitapta öğrendik ve ben mahvoldum resmen. Hatta şöyle kitaba ara verip kendimi toparlamaya çalıştım. Distopyası ayrı mükemmeldi ama beni yazara asıl aşık eden araya kattığı duygusal satırlardı.
Karanlık Zihinler serisi üç kitaptan oluşuyor ama beni sadece ilk kitabının ağlatabilmesi ayrı bir komedi. Bu kitabın sonunda yanaklarım baya ıslanmıştı. Diğer iki kitabı ne yazık ki ilk kitap kadar sevememiştim. Suç bende ama ne yapayım ilk kitabın sonuna aşık oldum.
Bir Başka Mavi - Amy Harmon
Bu kitabı satın almak istiyordum ama e-kitap olarak çıkınca dayanamadım okudum. Bu kitap beni çok ağlatmadı hatta genel olarak ağlatmadı. Ama birkaç sayfasında öyle boğazım düğümlendi öyle içime dokunup gözlerimi doldurdu ki unutamıyorum. Farklı konusuyla çok beğendiğim bu kitabı tavsiye ederim.
En son okuduğum ve en son ağladığım kitaptır kendisi. Fazla söze gerek yoktur sanırım. Kitapta çok fazla olmasa da gerektiği kadar gözyaşı döktüğüm için gayet memnunum :)
Bu kitapta nasıl hıçkırıklarla ağladığımı tekrar tekrar belirtmeye gerek yok sanırım. Gönlümün efendisi ilk kitaplarımdandır. After You'yu e kitap olarak okumaya başladım. O yüzden dün diğer karakterlerin isimlerine bakmak için Senden Önce Ben'i aldığımda gözüm son sayfalara takılınca yine ve yine gözlerim doldu. O halde size bu harika kitapla veda ediyorum. Siz de benim ağladığım kitaplara ağladıysanız yorumlarda buluşalım.
Continue reading Ağladığım Kitaplar

25 Şubat 2016

Şubat Ayında Neler Yapıyorum

Merhabalar! Sonunda bu ay başından beri yazmaya niyetlendiğim bu yazıyı klavyeme döküyorum. Öncelikle önceki haftalarda diyete girdiğimi söylemiştim. Kız kardeşim benden biraz daha kilolu ve spor yapmadan çok yavaş kilo veriyor. Bu yüzden de ısrarla spora gitmek istiyordu. Stepe gitmeye başladı. Derste kimse olmadığı için anneme söyleyip benim de gelmek istediğimi söyledi. Benim spora ayıracak param yoktu o yüzden annem sağ olsun bana kıyak geçti. Neyse, bu spor saat altı buçuktan yedi buçuğa kadar sürüyor. Özellikle cuma günleri canımız çıkıyor. Ama şimdi daha kolay kilo verebiliyorum. Aslında istediğim tipe girdim ama yine de vermeye devam ediyorum. Yani şubat ayı boyunca baş meşguliyetim spor yüzündendi. Bir diğeri ise benim en iyi dostum olup hem de ikinci dereceden kuzenim olan cağnım arkadaşımın nişanı olacaktı. Bu yüzden bir elbise telaşına girdik. Tanıdığımız bir terziye diktirecektik ama kendisi iki günde bitiririm dediği için son haftaya bıraktık elbiseleri. Nişan da bugündü zaten. Ayrıca yeppudaa çeviri ekibinde olduğum için ve bazı ortak projelerde sorumluluk almam gerektiği için Moorim School ve Remeber'dan üçer bölüm almıştım. Hepsi aynı haftaya denk gelince yorgunluktan öldüm. Haftanın başında geceleri çevireceğim bölüme yetişmek için dizileri izlemeye ayırdım. Bir hafta boyunca sadece iki kitap okuyabildim. O da laptopa geçip çeviri yapamayacağım zamanlarda ancak okuyabildim. Pazartesi çarşamba cuma spor vardı. Ve sanırım beni öldüren cuma günüydü. Sabah gramer kursu, öğleden sonra pratik arapça kursu, oradan taşköprü'ye terziye, oradan hoba spora, sonra eve dön çeviri yap derken üç günde infilak oldum. O kadar yoruldum ki sonraki hafta cuma günü pratik dersine gitmedim. Göz altlarım morardı artık. Bir de tam Moorim bölümlerimi verip Remember'a odaklanacaktım ki Bursa'dan teyzemle oğulları geldi. Ben de bizim ailenin bir araya gelmesini o kadar severim ki annanemde kalmam gerekiyordu. Bu yüzden cumartesi günü öğleden koca laptopu ağır çantasıyla sırtlayıp annaneme gittim. Cumartesi orada kaldım ve çok az çeviri yaptım. O gece saat on bir gibi kuzenim bizi alıp Ortaköy'e getirdi. Çok güzeldi gerçekten. Pazar günü öğleden sonra teyzemde durup çevirimi bitirip verdim. Böylece rahat bir nefes aldım.
Anlayacağınız geçen hafta bloguma girecek, kitap yorumu yazacak zamanım yoktu. Geçen haftam o kadar boş geçmesin diye geçen pazartesi sonunda istediğim bir şekilde bookstagram hesabımı kullanmaya başladım. Eski fotoğraflarımın hepsini sildim. Önce birçok kişiyi takip ettim. Sonra üst üste fotoğraflar attım ve çok güzel geri dönüşler aldım. Pazartesi gününe kadar 49 takipçim vardı ama şu anda 464 gibi bir sayıya ulaştım. Fotoğraflarım baya rağbet görüyor. Tam da bu bookstagrama atılmadan önceki pazar babamın kredi kartını kapıp kendime iki tane harika battaniye aldım. Sırf fotoğraf çekimlerim için alacağımı bildiği için annem baya huysuzluk yaptı bana karşı. Battaniyelerin yanında çok beğendiğim dörter tane mum aldım. Alışveriş merkezinden çıktığımızda saf saf sırıtıyordum. Böylece beğenilerimle takipçilerimi büyük bir hevesle takip etmeye başladım geçen haftadan beri. Gün geçtikçe takipçim artıyor. Yayınevi ve yazarlar fotoğraflarımı beğeniyor. Pierce Brown attığım Kızıl Yükseliş fotoğrafını beğendi, manyak sevindim. Ayrıca Anna Todd da After We Collided kitap fotoğrafımı beğendi, yine havalara uçtum. Yayınevleri de çok nazik. Pegasus, Ephesus, Artemis özenle resimlerimi beğeniyor. Bir sorum karşısında Artemis fotoğrafıma yorum yapmaya zaman bile ayırdı. Böyle şeyler mutlu ediyor beni. Bu sıralar eve gelip sürekli başka başka fotoğraflar çekiyorum. Gitgide daha iyi oluyorum bu işte. Daha dün sırf kitap çekimlerim için çiçekçiden cipsolifya aldım. Annem görünce biraz azarladı ama neyse. Bir de sırf kitap çekimim için ona çilek aldırdığımı anlayınca sakın bir daha isteme diye kızdı. Haklı biraz, abartmış durumdayım bu sıralar.
Başka neler yapıyorum? Şubat Reading Chellange'imi tamamlayamayacağım ne yazık ki. Şubat ayı boyunca ancak 25 kitap falan bitirmiş olacağım. E-kitap bile okumaya zaman ayıramıyorsam düşünün halimi. Bugün nişan çok güzeldi. Elbisemi çok beğendim. Herkes çok beğendi. Terzi biraz sona sıkıştırdı ama çok güzel bir elbise dikti. Tam istediğim gibi oldu. Zayıfladığım için daha güzel göründü (bakmayın önceden de kilolu değildim o kadar) ama bi üç kilo alsam zor girerim içine.
Doğum günüme çok az kaldı. Baya heyecanlıyım. Cumartesi günü dostlarımın bana planı var. Zaten haftaya cumartesi CNR kitap festivaline gidiyorum. Sanırım kuzenimle gideceğim. Herkesten nakit para toplamak amacım. Böylece bavulla festivale gidip yirmiden fazla kitap alma niyetindeyim.
Güzel bir şubat ayı geçirdim. Hatta bazı günlerim çok güzeldi ama şu çevirilerin aynı haftaya denk gelmesi beni öldürdü. Sağolsun çevirmen arkadaşlarım redakte konusunda yardımcı oldular. Bugün de kuzenim bizde kalıyor. Yarın sabah kalkmam gerektiği halde yine de bu gece bize uyku yok :) Yarın pratik Arapça dersimi ekip karşıya geçebiliriz. Daha çok kitap okumak isterdim ama ne yazık ki tahmin ettiğim kadar aktif olamadım bu ay kitap konusunda. Geçen hafta o kadar meşgul olduğum halde nezle uğramamıştı bana ama bu pazartesi itibariyle baya halsizleştim. Sonunda bugün atlatabildim bu saf hallerimi. Nişana kırmızı bir burunla gitmek istemiyordum ama biraz fondoten ile o işi de hallettim. Son olarak bu ay kitap alışverişime harçlığımın sadece dörtte birini ayırdığım halde annemden tırtıkladıklarımın haddi hesabı yok. Sanırım arkadaşlarımla çok buluştuğum için çok para harcadım. Bir de kendime yeni sweatshirt aldım. Onun dışında tüm param akbile gitti. Spordan eve dönerken de metroya biniyorum. Bazen yürüyoruz ama bir görseniz çıktığımda resmen domatese dönüyorum. O halde bu uzun yazıma son veriyorum. Umarım çoook meşgul bir mart ayı geçirmem. Yazmak istediğim birkaç mim var. Bir de Film Köşemden Öneriler'in üçüncüsünü eklemek istiyorum bloguma. Bu yüzden mart ayında film izlemeye vakit ayıracağım. Yani çok daha aktif olacağım.

Bir de pek sevgili blogger arkadaşım Korefenomeni beni Haftanın Blogu seçmiş. Sayesinde takipçi sayım da arttı. Ona tekrar teşekkür ediyorum. Bana sürprizi olduğunu söylemişti ama gece gece bu inceliğini görünce şapşal şapşal sırıttım. Ocak ayına dair neler yapıyorum yazar mıyım bilmiyorum. En son Aralık ayında yazmıştım. Mart ayında blogumda daha aktif olmayı planlıyorum. Görüşmek üzere:)
Continue reading Şubat Ayında Neler Yapıyorum

24 Şubat 2016

,

Sevgilimden Son Mektup - Jojo Moyes | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Sevgilimden Son Mektup
Orijinal Adı: The Last Letter From Your Lover
Yazar: Jojo Moyes
Sayfa Sayısı: 480
Yayınevi: Pegasus
Çıkış Tarihi: 01/2015
Goodreads Puanı: 3.92/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;

En azından şunu bil ki bu dünyada seni seven bir adam var. 
Seni her zaman seven ve bu ona zarar verse de hep sevecek olan bir adam...

1960. Jennifer Stirling zengin kocasının servetiyle lüks bir hayat yaşamaktadır. İstediği her şeye sahip olduğunu zannetse de bir gün ondan her şeyi arkasında bırakıp kendisiyle gelmesini isteyen bir adama âşık olur. Hayatında ilk defa tutkuyu hisseden Jennifer'ın önünde iki seçenek vardır: Ailesine ihanet etmek ya da aşkının peşinden gitmek…

2003. Gazetecilik kariyerinde zirveye yükselmek isteyen Ellie Haworth ünlü ve karizmatik bir yazarla ilişki yaşamaktadır. Aslında çok mutlu olması gerekirken sevdiği adamın başka bir kadına ait olması Ellie'nin hayatını ve tercihlerini gözden geçirmesine yol açar. Bundan böyle ya eksik bir sevgiye razı gelecek ya da kendini korkusuzca gerçek aşkın kollarına bırakacaktır...

Bir gün Ellie, gazete binasının tozlu arşivinde 1960'lardan kalma aşk mektuplarına rastladığında iki kadının hayatı beklenmedik bir biçimde kesişir. Acı bir aşk hikâyesinin eksik parçaları bir araya gelirken Jennifer ve Ellie'nin hayatı geçmiş, gelecek ve günümüzle tekrar şekillenir.
Bir zamanlar kitap yorumları ardı ardına kesilmeyen bir Betül vardı. Henüz ölmedi ama şu an griple boğuşarak yazıyor bu yazıyı. Jojo Moyes'in en son Ardında Bıraktığın Kadın adlı kitabını okuyup o kadar beğenmiştim ki yazara biraz ara verip özlemek istediğimi belirtmiştim. Aslında bu kitap Şubat Reading Challenge  yazımda yoktu çünkü o zaman arkadaşımdaydı ve eklemeyi unutmuştum. O liste de biraz yalan oldu. Şubat ayında bu kadar meşgul olacağımı bilmiyordum. Her neyse, Sevgilimden Son Mektup kitabını arkadaşım okuyup çok beğendiğini söyleyince -ki hiç şaşırmadım- böylece ben de müsait olduğum gibi kitabı elime aldım. Dün gece yüz elli sayfa kadar okumuştum ve akşam eve geldikten sonra bitirdim. Kitabı ciddi anlamda çok beğendim. Zaten Jojo Moyes'in beni şaşırtması imkansız. Sadece hikayeyi çok beğenmeme rağmen bazı imkansızlıklardan dolayı hikayeye çok sarılamayacağımdan ve diğer kitaplar kadar beğenemeyeceğimden korktum ortalarına kadar. Tabii son yüz sayfaya gitmeden tüm şüphelerim balon olup uçtu.
"Çok zor," diye mırıldandı. "Mutlu olduğumu sanıyordum ben. İyi bir hayatım var sanıyordum. Sonra sen çıktın ve her şey... her şey anlamını yitirdi. Planladığım hiçbir şeyi, evleri, çocukları, tatilleri istemiyorum artık. Uyuyamıyorum. Yemek yiyemiyorum. Sürekli seni düşünüyorum. Bunu düşünmekten vazgeçemeyeceğimi biliyorum." Vestiyeri işaret etti. "Ama gerçekten gitme düşüncesi..." burnunu çekti, "boşluğa bakmak gibi."
Yazarın Ardında Bıraktığın Kadın adlı kitabında çok ağlamıştım. Bir süre etkisinden çıkamamıştım. Sevgilimden Son Mektup da en az onun kadar harikaydı. Bazı satırlar o kadar samimi o kadar güzeldi ki içime işledi resmen. Satırları tekrar okumaya doyamadığım oldu. Beni yine ağlattı ama bu sefer derinden dokunduğu halde daha az ağlamayı başardım. Zaten nezleyim. Bu halimle normalde hafif bir bıkkınlıkla okumam gerekirken sayfalar elimden akıp gitti. Yine böyle aşkın imkansızken bile nasıl bu kadar mükemmel olduğunu işleyen harika bir kitaptı. Jennifer'in çaresizliği öyle derindi ki benim de canımı yaktı gerçekten. Başına gelenler defalarca beni hüzne boğdu. Tabii Antonia karakterini ayrı ayrı çok ayrı sevdim. O mektuplardaki samimiyeti, aşkını harika bir dille vurgulayışı beni hayran bıraktı satırlara. Ellie de kendi halinde sevdiğim bir karakterdi. Kitap boyunca ona daha az yer verilmişti ve iyi ki öyle yapılmış. Yoksa konu itibariyle kendisini sevemezdim.
"Adı neydi? Boot değildi herhalde."
"Hayır. O aramızdaki bir espriydi. Hiç Evelyn Waugh okudun mu? Gerçek adı Anthony O'Hare'di. Bunca zaman sonra aslında sana bunları anlatmam çok tuhaf. O benim hayatımın aşkıydı ama hiç fotoğrafımız yok. Sadece birkaç anı var. Mektuplar olmasa hepsini uydurduğumu düşünebilirdim. O yüzden bunları bana getirmen büyük bir ödül oldu benim için."
"Yalnızca mektuplar değil." Ellie burnunu çekti.
Rory bekliyordu. Şimdi tekrar kanepeye yaslanmıştı ama eli hâlâ Ellie'nin omzundaydı. Ellie o elin hep orada kalmasını istediğini fark etti. "Evet?" Rory yumuşak, meraklı bir ses tonuyla konuşuyordu.
"Korkuyorum..."
"Neyden?"
Ellie'nin sesi fısıltıya dönüşmüştü. "Kimsenin beni öyle sevmeyeceğinden..."
Spoiler bölümü yazmama gerek yok sanırım. Kitap boyunca aklımı çelen bazı sorular ve ufak rahatsızlıklarım oldu konu dolayısıyla ama içimi dökecek kadar uzun değil. Son satırlarda gözlerim defalarca kez üst üste doldu. Daha fazla övmeme gerek yok sanırım. Kitabı canı gönülden tam puan veriyorum. Aşk romanlarını seviyorsanız kuşkusuz hemen okuyun. Jojo Moyes'in kaleminden sadece After You ve Paris'te Balayı kitapları kaldı okumadığım. After You'yu İngilizce olarak mart ayında okumaya niyetliyim. Paris'te Balayı, Ardında Bıraktığın Kadın'ın novella kitabı olduğu için onu geciktirsem de sorun olmaz. Sonuç olarak bu kadının kalemine bayılıyorum. Bir ekşi yorumuydu sanırım. Kitaplarında çok fazla karakter bulunduğu için kafa karışıklığı oluşturduğunu söylemişti ama katılmıyorum. Sakin bir kafayla okuduğunuzda anlam verip isimleri aklınızda tutamayacağınız hiçbir kitap yoktur zannımca. Sevgilimden Son Mektup'u okumayan romantik severler varsa buyursun hemen :)

Son olarak Şubat Ayında Neler Yapıyorum yazımı yarın akşam yazacağım çünkü diktirdiğim elbiseyi buraya da atmak istiyorum. 100 takipçiyi geçmişim. Tabii kimin sayesinde? Tatlı mı tatlı blogger arkadaşım Kore Fenomeni beni Haftanın Blogu olarak önermiş. Yarınki yazımda buna tekrar değineceğim ama buradan da teşekkür ediyorum kendisine!
Continue reading Sevgilimden Son Mektup - Jojo Moyes | Kitap Yorumu

23 Şubat 2016

,

Remember (2016) | Kore Dizisi

Neredeyse on gündür buralarda yoktum. Şubat ayında neler yaptığımı yazınca geçen hafta neden hiç girmediğimi de anlayacaksınız. Remember dizisini normalde izlemeye niyetli değildim ama ortak çeviri projesi olduğu için ve 19. bölüm bana ait olduğu için izlemeye başladım. İzlememin asıl sebebi benim sorumluluğumda olan bölümü çevirene kadar diziye adaptasyon sağlamaktı. Böylece geçen hafta pazar gecesi gibi izlemeye başladım ve ilk bölümle dizinin iyi çıkacağını anladım. Öncelikle dizinin kadrosu mükemmeldi. Başrollerden bahsetmiyorum sadece. Oyunculuk konusunda benim beğendiğim asıl başka iki isim mevcut, onlara da değineceğim.
Yoo Seung Ho'yu en son Miss You adlı mükemmel dizide görmüştük ve kendisi askere gitti. Döndüğünde hemen son hızla yapımlara devam etmeye başladı. Remember dizisinin konusu kısaca; Yoo Seung Ho'nun dizideki karakteri olan Seo Woo Bin'in babasının haksız yere hapse girmesi ve Seo Woo Bin'in babasını kurtarmak için avukat olmayı başarıp babasını hapse sokanlardan intikam almasını konu ediniyor. Tabii bir de bu sırada babasının hastalığı olan alzhaimer ile savaşıyor. Dizide geçen baba oğul sahnelerinin dokunaklılığı öyle yoğun ki defalarca kez gözlerim doldu.
Dizide Park Dong Ho karakteriyle önümüze çıkan Park Sung Woong'un oyunculuğuna hayran kaldım. Bu adamın Running Man'e katıldığı bölümü çevirmiştim ve kendisi bana her zaman soğuk nevale itici bir oyuncu gelmişti ama bu diziyle kalbimin tahtına oturdu. Öyle güzeldi ki oyunculuğu sahnelerini tekrar izledim. O dizideki aksanı, gülümseyişi, yüzünde beliren çaresizlik derken hayran kaldım oyunculuğuna.
Kore sektörünü ayakta alkışlıyorum! Siz bu adamı bundan sonra en ponçik karakter yapın dizilerde, bir daha asla soğukkanlı manyak hallerini unutamayacağım. Ya bu adam ne kadar sevimliydi. Gülümsemesi bile sımsıcaktı. Siz bu adamı ne yaptınız bu dizide! O nasıl bir oyunculuktu! İnsan role nasıl bu kadar mükemmel uyup tüm seyircileri kendinden nefret ettirebilir işte kanıtı; Namgung Min! The Girl Who Can Sees Smells dizisinde de ucundan manyak bir karakterdi ama ben böylesini görmedim. Resmen adamın karakterinden değil kendinden bile iğrendim demek isterdim ama dizinin finalinde bu adam beni hüngür hüngür ağlattı. Dizide asıl masumca acı çekenlere ağlamadığım kadar bu adama ağladım.
Dizinin her şeyi mükemmeldi. Konusu, kadrosu, şarkıları! Hele de bir ost parçası vardı ki ne zaman çalsa tüylerim diken diken oldu; buyurunuz. Diziyi izlerken kendimi fena kaptırdım. Böyle harika bir dizide adım geçip bir bölümünü çevirdiğim için kendimi şanslı hissediyorum gerçekten. Ah dostlar! Bu diziyi izlemezseniz çok şey kaybedersiniz. Bir dizide romantizmi unutup sadece drama ve gelişen olaylara odaklanmaya ayrı bayılıyorum. Bu da o dizilerden biriydi. Romantizm ucundan vardı ama olaylar öyle harika işleniyordu ki romantizm izlemeye ihtiyaç duymuyorsunuz! O halde sizi bu mükemmel diziyle baş başa bırakıyorum. Kesinlikle izleyin. Her an dram dolu bir sahneyle karşılaşabilirsiniz. Aman peçetesiz oturmayın başına :)





Continue reading Remember (2016) | Kore Dizisi

15 Şubat 2016

Pek Sevgili Playlistim

Eskiden mutfak tariflerimi yazarken en sona son zamanlarda neler dinliyorum diye eklerdim ama artık diyette olduğum için pek tarif girmiyorum. Dinlediğim şarkılarla ilgili istediğim gibi bir blog yazısı yazamamıştım, demek ki bugüne kısmetmiş! O zaman son zamanlarda dinlediğim  yabancı ve Türkçe şarkılarla bir liste oluşturmaya başlıyorum.

                                              Elle Henderson - Yours
Elle Henderson'un bu şarkısını şans eseri Youtube'da gezerken buldum. Kafam dağınıkken dinlemeyi baya seviyorum çünkü yavaş ve içten bir şarkı. Dinlemenizi öneririm.
                                  


Kygo - Stole The Show feat. Parson James

Bu şarkıya bayılıyorum. 15 tatilde televizyon izleyip durduğum için Number One'da defalarca kez denk geldim. Önce beğenmedim ama sonra tüm sözlerini ezberleyecek kadar beğendim. Aslında böyle şarkıları çok nadir beğenirim ama Kygo'nun bu şarkısı favorilerim arasında. Böyle çok dinlemesem de hemen soğumasam istiyorum ama huyum kurusun.


Jasmine Thompson - Adore
Bu şarkıyı telefonumdaki piyano oyunu uygulaması sayesinde dinlemeye başladım. İlk defa dinlediğimde kitaplığımın rafları için Ikea'ya gidiyordum. O yüzden ne zaman dinlesem metroda şarkıyla ritim tutan parmaklarım aklıma geliyor.

Mark Eliyahu - Journey
Bu parçayı kuzenim sayesinde tanımış oldum. Kendisi nişanında çalmak için bize dinlettirdi. Ondan sonra durup durup bunu dinlemeye başladık. Tabii ben biraz soğuma aşamasındayım şu aralar. Çok fazla dinledim çünkü. Ama bayılmıştım ilk dinlediğimde. Böyle gözlerini kapayın huzuru bulursunuz inanın. 

Sam Smith - Reminds Me Of You
Şu kışın başından beri deli gibi Sam Smith dinliyorum. Bazen çok dinleyip soğuyorum sonra özleyip yine dinlemeye başlıyorum. Klibi çekmediği ve muhtemelen pek keşfedilmemiş olduğu için bu şarkıyı öneririm.

Shawn Mendes - Stitches
Bu şarkıyı yine şans eseri buldum ve meğer çok da popülermiş. Nakaratından tutun klibine ve çocuğun harika sesine kadar çok beğendim. Canım sıkıldıkça hala dinlemekteyim.

The Lumineers - Stubborn Love
Bu şarkıyı bundan üç sene önce daha yeni çıktığında dinlediğimde çok beğenmiştim. Geçen aylarda tekrar başıma vurdu ve bulduğumda çok sevindim. Böyle eskiden dinlediğim şarkıları hortlatıp tekrar dinlemek de hobilerim arasında.

The Weeknd - The Hills
Bu adama bayılıyorum! Küfürlü ağzına bile. Zaten küfürsüz şarkısı yok. Ben de herkes gibi kendisini Fifty Shades sayesinde keşfettim. Ardından öylesine gezerken diğer şarkılarına bir bakayım dedim. The Hills parçasını ilk başta beğenmedim ama bir iki defa daha dinleyince bir anda bağımlısı oldum. Yalnız bir saflığımı anlatayım. Bu şarkının sözleri baya küfürlü ama adam öyle bir söylüyor ki kafamdan başka sözler uydurmuşum resmen. Bir gün şarkı sözlerini okuyunca kahkahalara boğuldum. Meğer adam baya pis konuşuyor. Ama arsızca söylüyorum ki dinlemeye devam ediyorum. Hatta nakarat kısmını bağıra bağıra söylüyorum. Annem duyunca kaşlarını çatmaya başlıyor. Bir de bir kısmı var "Who are you to judge?" diye orayı da ayrı seviyorum.

Tom Odell - Heal
Tom Odell'i Another Love parçasından beri büyük ilgiyle takip ediyorum. İf I Stay filmini izlemiştim ama ost parçalarına hiç dikkat etmemiştim. Böyle yine kulaklıkları takıp kafanızı dinleyeceğiniz bir şarkıdır Heal parçası.

The Hush Sound - You Are The Moon
Bu şarkıyı nereden nasıl buldum hiç hatırlamıyorum ama bulduğumdan beri dinliyorum. Defalarca kez sözlerini açıp ben de söyledim. Sözlerini neredeyse tamamen ezberledim. Bir hayalim de bu şarkıyı piyanomu çalarken söyleyebilmek.

Alessia Cara - Here
Bu şarkıyı da yeni çıkanlar arasında buldum. Yine Ikea ziyaretlerimde deli devana dolanırken dinleyip durduğum bir şarkıydı. Ne kadar bayan şarkıcı sözleri çok hızlı okusa da ben yine de dinlerken çoğu yerine katılabiliyorum. Biraz saçma olsa da nakaratı falan baya güzeldir.

Ali Zand Vakili - Rafti
Gelin de sizi gönlümün efendisiyle tanıştırayım. Bu şarkıyı hüzünlü hüzünlü Farsça şarkı bulmaya çalışırken buldum ve o günden beri deli gibi dinliyorum. Tüm sözlerini kafamdan deftere geçirip ezberledim. Ne zaman dinlemeye başlasam deli gibi Farsça sözleri bağırmaya başlıyorum. Mahreçe yatkın olduğumdan tüm çıkışları ezberledim. Kesinlikle farklı bir şey arıyorsanız dinleyin, ben bayılıyorum.

Ceyl'an Ertem & Can Güngör - Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun
Bu parçaya bayılıyorum. Harika bir cover! Gerçekten harika. Türkçe şarkıları öyle sarıp sarıp dinlemem ama bunu dinlemeye doyamamıştım tabii artık soğudum. Bu parçayı üç ay önce falan dinlemeye başlamıştım. Kuzenime attığımda o da bayıldı. Kesinlikle dinleyin.

John Newman - Come and Get It
John Newman bundan iki sene önce falan Love Me Again şarkısı ile patlamıştı. O günden beri şarkılarını severek dinlemeye devam ediyorum. Şarkılardan hemen soğuma özelliğine sahibim ama Love Me Again kendini en çok zorlayanlardan biri benim için. Come and Get It parçasını da çok severek dinlerim. Tabii Cheating parçasını da. Çok bariz olmasa da benim kulağıma gelen İngiliz aksanını ve farklı şarkı söyleme stiline bayılıyorum. (İngiliz aksanından nefret ederim normalde). John Newman'ın tüm şarkılarını bir kerecik olsun dinleyin kesin seversiniz.

Sam Smith - Like I Can
Bu şarkıyı bir ara ip atlarken dinliyordum. O yüzden ne zaman dinlesem karnım ağrıyana kadar ip atladığım aklıma geliyor. İnsanın hafızası derin olmasın dostlar. Neyse, bu şarkıyı çok seviyorum. Sam Smith'i geç keşfettim ama baya derinden keşfettim. Klip çekmediği bir sürü şarkısı var bir ara onları da keşfedeceğim.

Grace - You Don't Own Me
Bu şarkıyı da yine televizyon izlerken dinledim ve sözleriyle bayan şarkıcının sesini çok beğendim. Bir dinleyin derim.

Kygo - Firestone
Ben bu şarkıyı çoook önceden beri televizyondan dinliyordum ama kimin söylediğini adını falan bilmiyordum. Kygo'nun Stole The Show parçasını dinleyince diğer şarkılarına bakayım dedim karşıma çıktı. O an itibariyle dinlemeye devam ediyorum. Hele de nakarat girdi mi ritim tutmaktan kendimi alamıyorum.

Spirited Away - Always With Me
Her dilden dinliyorum derken şaka yapmıyordum. Bu animeye zaten bayılırım. Japonca ostsini duyduğumda yazın dinleyip durmuş hatta sözlerini bir kenara yazıp ezberlemiştim. Söylemeyi de çok severim. 
O zaman Always With Me parçasıyla veda ediyorum bu yazıma. Umarım yeni şarkı arayan birilerine yardımım dokunabilmiştir. Ayrıca Aralık ayında neler yaptığıma dair bir yazı yazmıştım ama ocak ayına dair bir şeyler karalayamamıştım burada. O yüzden Şubatın son haftası neler yaptığıma dair bir yazı yazacağım. Beklenti ve İşgalci kitabını aradan çıkarmaya niyetliydim ama bir türlü okuyamıyorum. Sanırım sonunda Labirent serisine başlayacağım bu gidişle.
Continue reading Pek Sevgili Playlistim