21 Nisan 2015

,

The Fall | Film Yorumu

Bu harika filmi övmeden önce kendimde gıcık olduğum bir huyumdan bahsedeyim. Diyelim ki bir kaç film indirdim. Her zaman önce romantik komedi tipi filmleri izler dram yada ağır diye düşündüğüm filmleri sona bırakırım. Bu hiç sevmediğim ama bir türlü bırakamadığım bir huyum.
Bu filmi ise... senelerdir görüyordum. Fakat kapağından dolayı ne yazık ki western tipi bir film olduğunu sanıp erteliyordum. Önce kapağa kızdım neden böyle yapmışlar diye sonra filmi izleyip kapağı inceleyince de haliyle bu kadar güzel bir kapağı yargıladığım için kendime kızdım.

Filmin konusu alıntı olarak; Video klip ve reklamların usta yönetmeni Singh bu kez, sakat bir adam ile küçük bir kızın hastanede yaşadıkları olağan dışı hikayeyle karşımızda. Adam ve kız kendi aralarında, intikam peşindeki beş kahraman hakkında bir masal uydururlar: Maskeli bir kabadayı, Afrikalı kaçak bir köle, Hintli bir mistik, İtalyan bir anarşist ve bir doğa bilimci, aynı amaç için ıssız bir adada toplanırlar. Bir süre sonra masal ile gerçeği birbirine karıştıran Roy, kendi acılarından kurtulmak için Alexandria'yı da kullanmaya başlayacaktır.

Neden bilmiyorum ama sanırım gene kapağı yüzünden filmi hiç izlerim diye düşünmemiştim. Ta ki bir repliğini gördüm ve yorumlarda çok ağlatan bir sahne olduğu yazıyordu. Ben de indirmek izlemek istedim ama şansıma torrent indiremedim. Böylece bir süre izlemekten vazgeçtim. Geçenlerde tekrar kapağını görünce tekrar denedim ve ballıyım ki hemen bulabildim bir tane.

Çevirdiğim dizinin bölümünü teslim ettikten sonra büyük bir heyecanla pc nin başına kuruldum. Önümde çekirdeğimle bu harika filmi izlemeye başladım. Sormayın keyfim nasıl yerindeydi. Filmi izledikçe hiç bitmesin istedim. O kadar güzeldi ki bir an bile durdurmadım. Sürekli izlemeye devam ettim. Ta ki annem arayıp "Betül tencereye su koy. Kaynayınca köfteleri koy. Sonra da salata yap. Biz babanla arabadayız" deyinceye kadar. Filmin en ama en dokunaklı sahnesinde bu telefonla beraber kalkıp ağlamaya devam ederek tencereye su koydum ama salatayı yapmadım hahaha. Neyse sonra tam filmi izlemeye devam ediyordum ve tabii ağlamaya da ki zil çaldı. Yarım saat ara verdikten sonra sonunda kendi bilgisayarımda izlemeye devam edebildim. Tabii bu yarım saat arada yemek falan yedik ama benim filmin hüznü yüzünden iştahım falan kalmamıştı. Bir an önce devam etmek istiyordum. Sonunda filmi bitirdim ve on dakika daha sebepsizce ağlamaya devam ettim. En son The Book Thief den sonra bu kadar Amerikan filmine ağlamamıştım. Belki de hiçbir şeye ağlamamıştım hatırlamıyorum gerçekten. Bitmesiyle boşluğa gömüldüm resmen. Bir süre etkisini atlatamadım hatta hala bile. Bugün tekrar can alıcı sahnelerini izleyip gözlerimi doldurdum. Arkadaşımla sözleştik. Bize geldiğinde tekrar izlemek için sabırsızlanıyorum. Evet, filmi ne kadar komik şekilde izlediğim de ortada. Annemler sağolsun. Her neyse şimdi filme niye bu kadar bayıldığımı aşağı koyacağım gifler, replikler ve resimler sayesinde anlayabilirsiniz az çok.
İlk sebep elbette Row Walker! Adamdaki şu asalete bir baksanıza. Sahnelerini izlerken hele de maskeli hallerini izlerken elim çeneme kenetlenmişti resmen.
İkinci sebep tabii ki bu kız! Bu nasıl oyunculuk, bu nasıl sevimlilik, methiyeler düzmek istiyorum bu kıza. Şu tatlılığa bir baksanıza. Bir de duygusal sahneleri oynamasını görseniz...
Elbette diyor bu karizmayla.
Bir de kendi yaptığım capslere gelince.
İşte beni benden alan o ağlayış.
"Bende mutlu son yok."
"Kimseye sırrımızı söylemedim. Bana iğneyle işkence yaptıklarında bile"
Şu ikilinin tatlılığı.

Bu kadar yeter bence. Film resmen görsel şölen gibi. Mükemmel bir film. Beni üzen başroldeki adamın böyle harika oyunculuğuna rağmen sonrasında iyi bir rol alamamış olmaması. Sanırım boyu çok uzun olduğu için. Öyle avutuyorum kendimi.
Filmin çekimleri 4 sene sürmüş. Yaklaşık 12 ülke gezilmiş diye hatırlıyorum yanlış değilse. Görsel şölen derken abartmadığım kanıtlayan fotoğraflar;

Kesinlikle izleyin. Sakın tereddütte kalmayın.
Not: Ben çok duygusal bir insanımdır hele de filmler konusunda. Benim kadar ağlamasanız bile eminim çok beğeneceksiniz :)
Bunun gibi harika filmler bulmam dileğiyle.
İyi seyirler.



Betül Tosun
Continue reading The Fall | Film Yorumu

10 Nisan 2015

Minik Pasta Çilek Rüyası

Bu ismi bu pastacıklara ben verdim çünkü her tarafları çilelerle çevrili. Doğum günüm için arkadaşım küçük bir pasta yapmıştı bana. Buna benziyordu o pastada. Ben de ardından öyle bir şey nasıl yaparım diye düşündüm taşındım ve aklıma böyle bir şey geldi.

Kekin tarifi;
4 yumurta
1 su bardağı şeker
Yarım su bardağı sıvı yağ
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
3 yemek kaşığı kakao
3 yemek kaşığı su
1 su bardağı un

Üzeri için; 1 paket orman meyveli krem şanti
1 su bardağı süt
Yaklaşık bir kilo çilek

Kek malzemelerini sırayla koyuyoruz. Toz malzemeleri elemenizi öneririm. Ardından uzun bir tepsiye keki döküyoruz ve önceden ısıtılmış fırında 180 derecede pişiriyoruz. Kürdan yardımıyla 20 dakika içinde pişip pişmediğini anlayabilirsiniz. Bu sırada çilekleri temizleyip krem şantiyi hazırlayabilirsiniz. Keki fırından çıkardıktan sonra bir kaseyi su koyduğumuz tabağa batırarak şekiller çıkarıyoruz. Muhtemelen 12 tane çıkıyor. Ardından çıkardığımız minik kekleri bir tabağa alıp buzdolabına koyuyoruz ve 10 dakika kadar soğumalarını bekliyoruz. Minik kekler soğuduktan sonra pastayı hazırlayacağım tabağa bir kek parçasını alıyoruz. Üzerine krem şanti sürdükten sonra ince çilek dilimleri koyuyoruz. Aynı uygulamayla üç kat yapıyoruz. Ardından kekin etrafını krem şanti koyuyoruz ve çileklerle dolduruyoruz. Son olarak üzerine çileklerin yuvarlak kısımlarını koyuyoruz. Biraz yorucu olsa da harika bir pasta. Zaten kakaolu kekinin tadı nefis. 
Fotoğrafta gördüğünüz mavi tabaktaki kekler tepsiden çıkardığım kekler. Bu şekilde oluyor yani. Bir de ben güya üzerlerini beyaz çikolata ile süsleyecektim ama yalan oldu. Bu yüzden erittiğim beyaz çikolatayı bir tane pastanın arasına sürdüm. Onu kendim yiyecektim ama yanlışıkla kardeşime vermişim, o da afiyetle yedi. Ben de biraz beyaz çikolatalı olanın tadına baktım. Onun tadı ayrı harikaydı. İsterseniz bir dilimin arasına beyaz çikolatayı eritip sürebilirsiniz. İşte bu kadar. Her tarafını çilekle bezediğim için de adı Minik Pasta Çilek Rüyası oldu. 
Sanki dışarıda bir kafede çekmişim bu resmi. Bu resmi ayrı sevdim gerçekten. Kardeşlerimle beraber hemen hüplettik pastaları ve çayları. Size de afiyet olsun. İki üç hafta tatlı yapmayacağım. Haftaya ziyafetim olabilir ancak o gün yaparım diye düşünüyorum. Bakalım dayanabilecek miyim :)

Bugünlerde oynadığım oyun: Aa
Dinlediğim şarkı; Ahmet Kaya - Öyle bir yerdeyim ki
İzlediğim diziler; Sensory Couple ve Angry Mom
Çevirdiğim dizi: Super Daddy Yul

Betül Tosun

Continue reading Minik Pasta Çilek Rüyası
, ,

Maids (2015) | Kore Dizisi


Bir harika diziyi daha bitirdim. Diziyi ben üstlendiğimde yanlış hatırlamıyorsam 12. bölüm falan yayınlanmıştı. Martın ortasına doğru aldım. Peki niye mi aldım? Tesadüf eseri yeppde tanıtım sayfalarında gördüm. Baktım dizinin bekleyeni var. Ardından başka sitelerde yorumlara baktım ve takip edilen ve beğenilen bir dizi olduğunu gördüm. Sonra kaynağının da iyi olduğunu görünce alıyım dedim. Kadroda sevdiğim hayranı olduğum biri yok. Başroldeki kadını Rooftop'dan dolayı pek sevmem. Kim Dong Wook da Coffee Prince'deki tatlı rolünden sonra baya değişmiş. Oh Ji Ho'yu ise pek az yerde izledim. Belki sadece Chuno'da izlemişimdir.
Önce dizinin konusunu özet geçeyim ardından hakkındaki yorumlarımı söyleyeyim.

Joseon Dönemi'nde geçmektedir. Kook In Yeob (Jung Yoo-Mi), soylu bir ailenin tek çocuğudur. Güzelliği ve şıklığı ile ünlüdür. Meydana gelen bir olay sonucunda alt sınıfa yani hizmetçi grubuna düşer. Başına gelen talihsizliği ile mücadele ederken daha da güçlenir.
Hizmetçi Moo Myeong (Oh Ji Ho), Hanyang'ın en dikkat çekici hizmetçisidir. Ancak gerçek kimliğini gizleyen ve bir hizmetçi gibi davranan gizemli biridir. Kim Eun-Gi (Kim Dong Wook) üst sınıftan gelen soylu biridir. In Yeob ile evlilik hayalleri kurarken gerçekleşen olaylar yüzünden iki derede bir arada kalır. 

Diziyle ilgili yorumlarıma gelince gerçekten harika bir diziydi. Bitirdikten sonra ne zaman görsem ne güzel diziydi ya diyorum. Neredeyse her gün bir bölüm çevirdim. Bunun asıl nedeni kendim de çok izlemek istemiş olmam. Dizide o kadar çok konu işleniyor ki merakla izlemek isterken hızlı hızlı bölümleri de çevirdim. Bu diziyle kendimi biraz daha geliştirdiğimi düşünüyorum. Tarihi olduğu için çevirilerimde biraz daha eski terimleri kullanmayı hedefledim. Redakte sorunu falan bir kaç tane vardı. Tek başıma çevirdiğim için aynı şeyleri aynı isimlerle kullandım. Ama bu diziyle anladım ki bir daha ki sefere ilk bölüm çevirime daha çok dikkat etmeliyim çünkü bir kaç kişinin konumunu bir kere farklı çevirdim diye bir daha değiştiremedim. Bir daha ki sefere bunun üzerinde daha çok duracağım. Bu diziyi bu kadar sevmemin bir diğer nedeni de tüm bölümlerden tekrar kontrol etmeden divxten yeşil almaktı. Hatta twitterda da belirtmiştim. Yeşil aldıkça çevirmek için şevkeleniyorum. Neyse çevirimi bir kenara atalım. Dizi de sevdiğim bir sıcak karakter vardı ki bir daha nerede oynarsa izlemek isterim.
O da bu kızdı. Uzun zamandır böyle sevecen ve sıcak kalpli bir karakter görmemiştim. Tabii oyunculuğu sayesinde bu kadar sıcak şekilde gösteribildi karakterini. 
Başroldeki kadına yani In Yub karakterine canlandıran Jung Yoo Mi'ye de ayrı hayran kaldım. Ben bu kadını böyle bilmezdim. Gülüşü o kadar sevimli ve içten ki. Hele ağladığı ve acı çektiği sahneler. Beni çok ağlattı. Bir de konuşurken çok tatlı oluyor. Bazı komik mimiklerini screen almıştım çevirirken.
Bir de şurada çok komikti surat ifadesi. Canım ya sinirden gözü dönmüş.

Uzun zamandır bu kadar gıcık karakteri yansıtabilen birini görmemiştim. Kendisine nasıl kıl kaptım sormayın ama bir yandan da bu kadar harika sinir edici olduğu için de hoşuma gitti. Bir garibim dimi
Şu mimiklere baksanıza. Diziyi izlemeden gıcık oluyor insan.

Bir de şu kız vardı. Önce bana çok gıcık gelmişti ama sonra çok sevdim onu da.

Bir de bunun imkansız bir aşkı vardı. Efendisiyle o da ayrı bir renk katmıştı diziye.

Ay böyle işte. Çok güzel bir diziydi. Keşke daha ünlü bir kanal da yayınlansaydı ama böyle bile harika. Diziden bir kaç gif kondurayım.
Daha fazla gif bulamadım ne yazık ki :( Bu kadar övmem izlenmesine yeter sanırım. 
Çiftimiz çok tatlı değil mi ama :))
Son olarak diziyle ilgili geçebileceğim son not şudur ki; Kimsenin kendini büyük görmemesi ve kimseyi küçük görmemesi gerektiğini anlatan harika bir diziydi. Gün gelir devran döner. Sabreden derviş muradına ermiş. Kaçırmayın bu harika diziyi.
Bir daha ki çevirmenin ağzından Shine or go crazy ve Super Daddy Yul olacak. Görüşmek üzere.

Betül Tosun
Continue reading Maids (2015) | Kore Dizisi

2 Nisan 2015

Limonlu Cheescake Tarifi

Seneler önce eskiden yakın olmadığım ama şimdi kanki olduğum biriyle bir pastane de cheescake yemiştim. O günü çok iyi hatırlarım. Tadını beğenmediğime mi yanayım yoksa dilimine sekiz lira verdiğime mi? O zamandan bu zamana kadar cheescake hiç yemedim. Ne zamanki mutfağa merakım başladı o zaman da cheescake i kendim denemek istedim. Bundan bir kaç ay önce bir yazımda yaptığımı söylemiştim ama ikinci deneyimimle tarifini yazacağımı söylemiştim. Yukarıdaki resimde altta duran defter benim biriciğim. Tüm tariflerim onun içinde yazıyor. Küçük çok sevdiğim bir çantam var. Bazen içinden cüzdanımı bile çıkarıp içine bu defteri sıkıştırıyorum. Geçen ay D&R dan makul bir fiyata almıştım Şimdi cheescake in tarifine gelince buyurun;

Tabanı için;
2 paket burçak büskivi
100 gram margarin
1 bardak çekilmiş fındık (isteğe göre)

Kreması için;
300 gram labne peynir
1 paket krema
3 yumurta
1 su bardağı şeker
1 paket vanilya
3 yemek kaşığı un
Yarım yemek kaşığı nişasta
1 limon kabuğu
Yarım limon suyu

Limonlu sosu için;
1 çay bardağı süt
1 çay bardağı su
1 limon suyu
1 limon kabuğu
2 buçuk yemek kaşığı nişasta
4,5 yemek kaşığı şeker
1 paket vanilya

Yapılışı; 2 paket büskiviyi rondoya vuruyoruz. Ardından bir kasede eritilmiş margarin ve fındıklı karıştırıyoruz. Sonra yağladığımız kelepçeli kalıbın tabanına bisküvi malzemesini yerleştiriyoruz ve 15 dakika kadar buzdolabına atıp dinlenmesini sağlıyoruz. Kreması için; Labne peyniri ve kremayı iyice çırpıyoruz. Ardından listedeki tüm malzemeleri ekliyoruz. Kremayı hazırladıktan sonra bisküvi tabanının üzerine kremayı döküyoruz ve bir kaç kez tezgaha vurup baloncukların patlamasını sağlıyoruz. Kelepçeli kalıbın etrafını alüminyum folyo ile kaplıyoruz ve ayrı bir tepsiye sıcak su döküp kelepçeli kalıbı içine koyuyoruz. Umarım anlatmak istediğim anlaşılmıştır.  Önceden ısıtılmış 180 derecede kremanın üzeri kızarana kadar pişiriyoruz. Bu sırada limonlu sosu hazırlıyoruz. Önce vanilya hariç tüm malzemeleri  koyarak kaynayana kadar pişiriyoruz Kaynayınca altını kapatıp vanilyayı da ekliyoruz. Sonra buzdolabına koyup beklemesini sağlıyoruz. Fırındaki cheescakemiz piştikten sonra çıkarıyoruz ve biraz bekleyip üzerine ilk sıcaklığı gitmiş olan sosu döküyoruz. Ardından istediğimiz gibi üzerini süslüyoruz. 12 saat falan bekletin diyorlar ama ben o kadar sabırlı değilim. 2 3 saat bekleyip açıyorum ama bir sorun olmuyor. Dilim hali de böyle;

Afiyet olsun.

Betül Tosun
Continue reading Limonlu Cheescake Tarifi

About İnstagram

En son kullandığım bir uygulama olarak Snapchat'i önermiştim. Biliyorum zaten İnstagram kullanmayan kalmadı. 
Benim bu konuda değineceğim azıcık kanayan yaram hakkında. Androidli telefon almamla ben de hemen İnstagram'ı indirmiştim. Önceleri çok gözümde büyüttüm. Aman bunu atsam mı yok bunu atmiyim falan diye. Zamanla yani bir sene sonra falan bu düşüncemin ne kadar saçma olduğu kanısına vardım. Benim istediğim profilime girdiğimde aşağı doğru indikçe "Lan bugünü de dün gibi hatırlıyorum" deyip mutlu olmaktı. Şimdi İnstagram konusunda fikrimi değiştirmiş olsam da artık istediğim gibi kullanamıyorum çünkü yakın uzak tanıdığım herkes beni takip ediyor. Facebook sağolmasın her akraba beni İnstagram'da buluyor. Bu durum ne yazıkki beni rahatsız ediyor çünkü ben akrabalarımı takip etmeyi sevmiyorum. Tabii ki zevkle takip ettiğim kuzenlerim var ama bazılarını kırılmasın diye isteğini kabul ediyorum. Şimdi bu hesabımdan herkesi unfollow etsem olmaz diye yeni hesap açmayı düşünüyorum. Ama bu fikrim üzerinde hiç emin değilim. Çünkü İnstagram benim çok zamanımı yiyor. Hayır, milletin fotolarına bakmaktan değil. Fotoğraf atmak zamanımı alıyor çünkü makineden çek makineyi pcye bağla, pcden telefonuna at. Benim telefonum bir de ihtiyarladığından fotoğraf atacağıma bin pişman oluyorum.
İnstagram ı istediğim gibi kullanamadığım için Twitter da daha özgürüm. Aslında bu kadar çok internet ağı kullanmak canımı sıkıyor. Blogum var, twitim var, instagramımım var. Hayır, bir de hepsinde ayrı şeyler paylaşıyorum. Düşünüyorum ne kadar boş insanım diye. Karşılığında hiçbir şey elde etmeyeceğim işlerle oyalanıp duruyorum. Bu konudan girdim mi zor çıkarım bir daha bu yüzden boş iş kısmını kapatıyorum. Bu sene daha çok kendi çektiğim fotoğrafları yayınladım. Sağolsun kuzenlerim her haltı instaya atıyorsun diye şakayla karışık lafını etmeye başladılar. Tabii ki şaka bile olsa sert çıkıyorum orada sorun yok ama onların böyle yapması beni başka bir hesap açmaya daha çok itiyor. Tek istediğim yaptıklarımı bir anı deposu gibi bir arada toplamak. Bu konuda Snapchat'i önermiştim. Çok iyi güzel bir program önceden bahsettiğim gibi fakat telefonum yüzünden yavaşlığı, iğrenç çekimi beni snap atmaktan soğutmuyor değil. Bir de bu yazımda son olarak şuna değinmek isterim. Önceden takipçim olsun falan çok isterdim ama zamanla bunun çok boş bir iş olduğunu gördüm. Baktım ki insanlar ne kadar art niyetli. Önce istek atıp sonra takipten çıkıyorlar. Böylelerini görünce de baya soğudum instagramdan. Sonra başladım zamanında saf gibi kabul ettiğim yabancıları engelleyip çıkarmaya. Şimdi rahatım diyeceğim ama ne zaman İnstagram konusu açılsa annem hemen başlıyor konuşmaya. İşte adamlar sizin fotoğlarınızı böyle görüyor şöyle bakıyor günaha giriyorsunuz diye. Defalarca dedik hesabımız gizli diye ama o bildiğinden şaşmıyor. İnstagram da rahatsız olduğum durumlardan bahsetsem bu yazı uzar da gider. İnsanlara ayak uydurup kullanmaktan ziyade gerçekten anılarımı bir arada tutmak istiyorum. Benim için güzel anılarım çok değerli. Bu konuya bir kaç yerde de değinmişimdir. Yani takipçi falan bence boş işler. Beni biri fazladan takip ettikçe rahatsız oluyorum. Az olsun öz olsun istiyorum. Açıklamama "Sadece tanıdıklar" diyeceğim ama bu da tikilerin kendilerini bir şey sanma sözü olmuş hakkında kısmında. O yüzden onu da yazmıyorum. Bakalım ikinci bir hesap açar mıyım yakında göreceğim. 

Betül Tosun
Continue reading About İnstagram